"Homeros,
sözlü edebiyat geleneğini sürdüren bir ozandı. Bu destanları
İsa'dan önce dokuzuncu yüzyılda yarattığı sanılıyor.
Yazılışı, kaleme alınışı daha sonradır. Bu İzmirli büyük
ozan, İlyada'da, Troya Kentinin destanını anlatır. Troya Kenti,
Çanakkale Boğazı'nın beri yakasında bugünkü adıyla Hisarlık
Tepesine kurulu zengin bir kentti. Yunanistan'dan gelen Akhalar'ın
saldırısına uğrar. Bu savaşta iki toplum karşı karşıya
gelir. Yurtları Anadolu'da bulunan Troyalılarla Yunanistan'dan
gelen Akhalar Topluluğunun savaşıdır bu büyük destan. Akhalar
Topluluğu Yunanistan'ın çeşitli bölge krallarından oluşmuş
bir ordudur. Her kral, kendi gemileri ve adamlarıyla yola çıkmıştır
ve bu ordular, krallar kralı Agamemnon'un yönetiminde örgütlü ve
birleşiktirler. Güçlüdürler. Akhalar, daha soylu, daha yürekli,
daha akıllı ve daha örgütlüdürler. Ve savaşı kazanırlar.
İlyada Troyalılar'ın yenilgisinin destanıdır. İlyada destanı,
24 bölümden ve 16.000'i aşkın dizeden oluşur. Troya Savaşının
dokuzuncu yılında 51 günlük bir süreyi kapsar. Yani o büyük
savaşın kısa bir kesitidir bu destan. Yunanca aslından, Azra
Erhat'ın, A. Kadir'le birlikte yaptığı bu ölümsüz çeviriyi
Can Yayınları olarak kıvançla yayımlıyoruz." (1)
Homeros'un
İlyada'sı. Bir büyük destanın 589 sayfalık küçük bir kitaba
sığmış öyküsü arka kapakta böyle tanıtılıyor. Evet, 589
sayfa çok az. Homeros için, İlyada için, İsa'dan dokuz yüzyıl
önce başlayıp günümüzde bile canlılığını yitirmeyerek
yalnız edebiyatı değil yaşamın her alanını etkileyen bir öykü
için kısa, çok kısa.
Kitapların
arka kapaklarına konan kısa yazılar genellikle kitap ve yazar
hakkında genel bir bilgiyi bile zor verirler. Oysa yukarıdaki
paragraf Homeros'un dünyasına gidecek okuyucu için görkemli ve
büyük bir kapı oluyor. İnsan bir anda İsa'dan dokuz yüzyıl
öncesine gidiyor. Anadolu'yu, İzmir'i, Troya'nın bulunduğu
bölgeyi, Çanakkale Boğazı'nı düşünüyor. "29 yüzyıl
önce acaba nasıl görünürdü oralar?" diye geçiyor
aklından. Hele bu topraklarda doğup büyümüş biriyse, kendi
atalarının da Homeros'un anlattıklarını dinlemiş, hatta yaşamış
olabileceği olasılığıyla daha da heyecanlanıyor. Sonra tarih
boyunca Anadolu'da yaşanan değişimler nedeniyle "Keşke
Homeros'a uzansaydı köklerim ama benim atalarım herhangi bir
zamanda herhangi bir yerden gelmiş olabilirler"
diyor. "Hisarlık Tepesine ben gitmiş miydim? Neredeydi?
Çevresi nasıldı? Troya'da dolaşmış mıydım? Akhalar Topluluğu,
Agamemnon, Homeros ve İlyada düşlerimden çıkıp canlanıvermiş
miydi o sırada?"
Kitaplar,
yazanlar ve okuyanlar arasında zamandan bağımsız bir ilişki
kurarlar. Sayfaların arasına yerleşmiş bilgiler, kişiler,
olaylar, acılar, mutluluklar, umutlar, düşkırıklıkları,
düşünceler, geçmişten ve başka dünyalardan gelen farklı
yaklaşımlar sessizce yeniden ışık yüzü görmeyi bekler.
Bunlara ulaşmak bazen kolay sayılabilir, kapağı açtığınız
anda çevrenizi sarıverir, geçmişin ve geleceğin gizlerini
çözebileceğiniz büyülü bir odaya girdiğinizi düşünürsünüz.
Bazen epey uğraş gerektirir, bildiğinizi sandığınız bir dilde
yazılanları hiç anlamadığınızı şaşırarak görür,
kızarsınız. Kitabın sırlarını çözene dek epey sıkıntı
çekersiniz. Kitabın arkasına geçebilmekse çok daha zordur.
Yazarı, yaşadığı dönemi, bıraktığı izleri ve etkilerini
öğrenmeniz, doğruları bulmanız, aklınıza yatmayanları
ayıklamanız gerekir.
İlyada'da
bu iş kolay. Azra Erhat kitap için benim doğduğum yıl olan
1958'de yazdığı önsözde kitabın içine ve arkasına açılacak
kapıları fazlasıyla anlatmış, göstermiş. Okuyucuya yalnızca
çıkacağı yolculuğun keyfini bırakmış. Üstelik bu noktaya
nasıl gelindiğini ve gidilebilecek yeni yollar olduğunu da
gösterebilmiş.
"Azra
Erhat, 1915-1982, Eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı, filolog,
arkeolog, çevirmen ve düşünce kadını. Özellikle Eski Yunan
klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınmıştır. A. Kadir ile
birlikte gerçekleştirdiği İlyada ve Odissea çevirileri referans
kabul edilir. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirerek Klasik
Filoloji Bölümünde asistan olarak göreve başladı. 1946’da
doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim üyeleri Pertev
Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le
birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1949-1950 arasında Yeni
İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalışti. Uluslararası Çalışma
Örgütünde (ILO) kütüphanecilik yaptı. İlk çevirileri Tercüme
dergisinde
çıktı. Sofokles, Aristofanes gibi yazarların eserlerini Türkçeye
kazandırdı. Yeni Ufuklar dergisinin yazarlarından biri olan Erhat,
bu dergi çevresinde gelişen hümanist anlayışın öncüleri
arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya
dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören
Halikarnas Balıkçısı ile aynı görüşleri paylaştı ve
aralarında derin bir yakınlık doğdu. Yine çok yakınındaki
Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte çevirdiği Hesiodos’un
Theogonia ve "İşler
ve Günler" adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine
araştırmaları, 1977’de "Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları"
adıyla basıldı. Bu üç isim bir arada "Mavi Yolculuk"
terimini Türk ve dünya literatürüne kazandırdılar. Azra Erhat,
kansere yakalandı. Londra'da tedavi gördü, ama sonuçsuz kaldı. 6
Eylül 1982'de 67 yaşındayken İstanbul’da vefat etti.
İstanbul-Üsküdar Bülbüldere Mezarlığına defnedildi. Atatürk'ü
İlyada kahramanlarindan Hektor'a benzetmesinin bir dönem sebep
olduğu tartışmalarla da gündeme gelmiştir. Şadan Gökovalı'nın
manevi annesidir." (2) Dinamik bilgi kaynağı Wikipedia Azra
Erhat için bunları söylüyor. "Gülleyla'ya Anılar"
kitabıysa, 12 Mart askeri darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığınca 1971'de tutuklandığı, Maltepe Askeri Cezaevinde
dört ay tutuklu kaldığı ve burada kaldığı sürece yeğeni
Gülleyla'ya mektuplar biçiminde anılarını yazmaya başladığı
belirtilerek şöyle tanıtılıyor:
"Tutukevinde
yazdığım anılar, aslında sana mektuplardı Gülleyla. Koğuşta
varlığımı ancak öyle sürdürebileceğini anlamıştım. Hem
varlığımı, hem sağlığımı, hem de nasıl diyeyim, bir insan
ve bir yazar olarak ünümü. Tutukluluk gerçekte çok önemli bir
durum değildir, özgürlük görece bir kavramdır, onu oldum olası
bilmişimdir. Salt özgürlük diye bir şey yoktur, insan onurunu az
çok zedeleyen
özgürsüzlüklerin dereceleri vardır. İnsan, dış özgürlükten
yoksun kalınca, yani haklı haksız bir suçlamaya uğrayıp da
içeriye tıkılınca, hani o yüzme gücünü kazanmak için bir
ölüm kalım savaşına girişir. Çünkü insan onurunu korumak baş
koşuldur, onsuz yaşanmaz." (3)
İlyada
dünyasından geçenler burada sözü edilen ünün korunacak bir
onur olduğunu anlayacaktır.
....
"Homeros
kimdir? İnsanlar yirmi beş yüzyıldır bu soruyu evirdiler,
çevirdiler, araştırdılar durdular, gene de bir sonuç alamadılar.
Homeros bir bilmece olarak kaldı: onu hiç bilmiyoruz, hiçbir zaman
bilemeyeceğiz desek de yeri, biliyoruz, hiçbir şairi bilmediğimiz
gibi biliyoruz desek de yeri." (4)
Azra
Erhat kitabın kapısını bu soruyla açıp önemli bir saptama
yapıyor. "İnsanlık tarihinde bir gün geldi ki, sanatçının
kimliğini kestirmek için eserine bakmakla yetinmez oldu insanoğlu."
Bir üniversite profesörü: "Homeros sorunu mu? 40.000 cilt
kitap!" dermiş ona. Şimdi belki şöyle de diyebiliriz:
"Homeros sorunu mu? Google'da en az 1.620.000 (5) arama sonucu!
Üstelik her an artıyor." İlyada 547.000 (6), Homer 23.900.000
(7) Iliad 1.630.000 (8) veriyor. Kuşkusuz bu listelerde ilgisiz
başlıkların bulunduğunu görüp görsellerde Homer Simpson
resimleriyle karşılaşınca ne kadarının Homeros'la ilgili
olduğunu bilemeyiz. Yine de büyük bir sayı olduğunu anlarız.
"Bugün
okuyucu Homeros detanlarının tadına varmak için bilimden ne kadar
arınmaya çalışsa, boşuna uğraşır, bilime ne kadar dalsa o
kadar çıkmaza girer, kısacası bilimle de yapamaz, bilimsiz de
edemez."
Azra
Erhat bunu söyledikten sonra anlatmaya Homeros'u bilime başvurmadan
dinleyen çağlardan başlıyor:
"Yunan
ilkçağında Homeros'un adı da İsa'dan önce yedinci yüzyıldan
beri geçer. İonya filozofları, ozanları, tarihçileri sözünü
ederler. Kimi önü över, kimi onu yerer, ama tek olduğuna kimsenin
kuşkusu yok gibidir."
Halikarnaslu
Heredotos'tan "Hesiodos'la Homeros Yunanlıların tanrı
soylarını kurdular, ad ve ekadlarını taktılar tanrılara,
yetkilerini ve işlerini ayırdılar, görünüşlerini belirttiler"
alıntısını yaparak Homeros'un Heredetos'tan dört yüzyıl önce,
850 sularında yaşamış olduğu sonucuna varıyor. (9) Platon'a
değin Homeros'u anmayan tek bir Yunan yazarı bulunmadığını, ne
var ki söylenenlerin
birbirini pek tutmadığını söylüyor.
Homeros
tartışması Platon'la başlamış. Ona göre de Homeros, Yunan
dünyasında bütün inanışların babasıymış. Yunanistan'da
eğitimin Homeros destanlarının üstüne kurulmuş olduğu bilinen
bir gerçekmiş. Yalnız Atina değil, bütün Yunan devletleri
Homeros'u her türlü bilginin özü olarak benimsemişler. Yunan
insanı din, politika, askerlik, gemicilik, hekimlik gibi çeşitli
bilgileri öğrenmek için Homeros destanlarına başvurur, bunları
ezbere bilir, canlı bir kitaplık gibi içinde taşırmış.
Eserleri
Homeros'un dizeleriyle dolup taşan Platon da Homeros'un okulunda
yetiştiği halde bu eğitime başkaldırmaya yeltenen ilk kişi
olmuş.
Azra
Erhat yirminci yüzyıl okuyucularının Homeros'u anlamadığı,
şiirinin tadına varamadığı için Platon'a içerlediğini
söylüyor. Ancak onları haksız buluyor, Platon'un zamanında
Homeros'un şiir değil kutsal kitap olarak okunduğunu, oysa bu
sarsıntının bilimin doğmasının yolunu açtığını vurguluyor.
Bilginler okuyup sorgulamadan çocuklarına aktardıkları bu
metinleri araştırmaya başlamışlar.
Böylece, Homeros'un eserinin safça okunup benimsendiği,
Heredotos'un tarihlemesine göre dört yüzyıl süren dönem sona
ermiş. Hellen varlığı üstüne düşünen, İskenderiye ve
Bergama kitaplıklarının, Mısır ve Bergama kağıtlarına yazılı
deste deste kitabın bulunduğu bir çağda başlıca araştırma
konusu Homeros olmuş. Filoloji ortaya çıkmış. İlkçağın
filologları da daha sonrakiler gibi önce metin araştırmaları
yapıyor, daha sonra metnin yazarı üzerinde incelemelere
girişiyorlarmış. Konu edilen metin ve yazar hep Homeros'muş.
İ.S.
beşinci yüzyılda "Edebiyat Üzerine Bir El Kitabı"nı
yazan Proklos "Homeros kimin oğluydu, nerede doğdu yaşadı?
Bunu açıklamak kolay değil. Çünkü kendisi bize bu yönde bilgi
vermediği gibi, ondan söz edenler de kesin bir sonuca varamamışlar
ve bir sürü hayale kapılmışlardır. Kimi Kolophon'da doğduğunu,
kimi Khios'ta, kimi İzmir'de, kimi de İos'ta ya da Kyme'de dünyaya geldiğini
söyler. Kısacası hiçbir kent yoktur ki Homeros'u kendi oğlu gibi
benimsemiş olmasın. Bu yüzden Homeros'a dünya yurttaşı desek
yeridir" diyormuş. (10) Azra Erhat yedi kentin Homeros'un yurdu
olmakla övündüğünü, ama bunların beşinin Anadolu'da ya da
adalarda, yani İonya'da olduğunu söylüyor. Yunanistan kentleri
Argos, Atina, Pylos ya da İthaka'nın iddialarının göz önünde
tutulmaya değmeyeceğini, Homeros'un hiç kuşkusuz İonayalı
olduğunu söylüyor. Sakız Adası'nda okul kuran Homerosoğulları
adlı ozan topluluğundan söz ediyor. İ.Ö. altıncı yüzyıldan
başlayarak Yunanistan'da ün saldıklarını, Homeros destanlarını
okumayı tekellerinde bulundurduklarını, hatta Homeros'un oğulları,
torunları olmakla övündüklerini söylüyor. Homeros
destanlarının yazılı olup olmamasını da çetrefil bir sorun
olarak niteliyor. Homeros'un döneminde yazının bilindiğini, ancak
bundan onun destanları kaleme aldığı, yani yazıyla yazdığı
sonucunun çıkarılamayacağını, İlyada ve Odysseia'nin sözlü
bir geleneğin ürünleri olduğunu, ilkçağdan kalma bir tek metnin
ortaçağda çeşitli kopyaları olarak elimize geçtiğini
vurguluyor. (11)
İonya'da
bütün Troya efsanelerini ele alıp işleyen birçok destan oluşmuş,
klasik Yunanistan'da bunlara 'kyklos' yani çember deniyormuş.
Homeros'un adıyla anılan İlyada ve Odisseia dışında tümü
kayıpmış. Destanları birçok ozanın kendi adlarını koymadan
işlediğini, kişisel çağlar başlayıp her esere bir yaratıcı
aranınca İlyada ve Odysseia için bir ozan adı bulunduğunu,
Homeros'un olduklarının
söylendiğini aktarıyor. Yine de bütün destan çemberinin bir
elden çıktığına inanmayı güç buluyor. "Bir tek insanın
otuz bin dizelik iki eseri yazması bizi şaşırtırken, yüz
binlerce dizeyi kaleme aldığına nasıl inanabiliriz?" diye
soruyor. (12)
Hellenistik
çağda üç büyük eleştirmen: Ephesos'lu Zenodotos, Bizanslu
Aristophanes ve Aristarkhos, Homeros metinlerini incelemişleri kimi
dizeleri sonradan eklenmiş sayarak atmışlar, kimilerini
düzeltmişler, kimi dizelerin iki ayrı okunuşu arasında bir seçme
yapmışlar, kısacası bizim bugün yaptığımız gibi eleştirilmiş
bir yayım ortaya çıkarmışlar. Azra Erhat bunun ardından bu
yayımların olduğu gibi elimize geçmediğini söylüyor.
Düzeltmeler yalnızca elyazmalarının kenarlarına yazılmış
açıklamalardan biliniyormuş. Bu yüzden Homeros metninin yeni yeni
yayımlarını yapmak on dokuzuncu yüzyıldan bu yana Avrupa
bilginlerini uğraştıran bir iş olmuş. Hep daha güzel, daha
tamam İlyada ve Odysseia yayımları basılabilmiş.
Avrupa
biliminin bir de Homeros sorunu varmış. Frederic-August Wolf
1795'te "Prolegomena ad Homerum" adlı eserinde Homeros
destanlarının bir bütün olmadığını, bunların birbirine
eklenmiş şarkılardan meydana geldiğini, Homeros adından bir
ozanın yaşamadığını öne sürmüş. Azra Erhat bu yaklaşımı,
on dokuzuncu yüzyılın eşiğinde romantizmin doğmasıyla halkın
dehasına, halktan, doğadan fışkırmış doğal sanat eserlerinin
varlığına inanmanın bir modaya dönüşmesiyle ilişkilendiriyor.
Buna kapılan filologlar her parçayı mantıksal ve tarihsel
süzgeçten geçirmişler, Homeros destanları çeşitli çağlara ve
ozanlara yayılmış şiir parçalarından bir yamalı bohçaya
dönüşmüş. Bilim dünyasında Troya'nın varlığına inananlar
ve inanmayanlar, destanların bütünlüğüne inanıp onları
korumak isteyenlerle uygunsuzlukları atarak daha duruma getirmeye
çalışanlar eşine az rastlanır bir kavgaya tutuşmuş. (13)
Azra
Erhat sorunun tartışma konusu olmaktan çıkmadığını belirterek
kendi görüşünü açıklıyor:
"İlyada,
Homeros adında Anadolulu bir ozanın İ.Ö. dokuzuncu yüzyıl
sularında yarattığı bir destandır." (14)
Konuyu
"Homeros'u anlamak için 40.000 cilt kitap okumamalı, tersine
yalnız İlyada ile Odysseia'yı okumalı, tadına vara vara"
diyerek bağlıyor. (15)
....
Troya.
"Çanakkale'den
bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz
mi, boğaz rüzgarı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir
yanınız çamlık, zeytinlik: alabildiğine maviler, yeşiller,
sarılar, küme küme kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur,
çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır
size karış karış."
Azra
Erhat böyle başlıyor Troya'yı, yüzyılları birbirine katıp da
doğu ile batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprağı
anlatmaya. (16) "Bu kent zengindi, arkasında bolluk, uygarlık
kaynağı koca Anadolu vardı da ondan boyuna saldırılara uğradı
demek, masalın değil, tarihin işi. Masalcı ipuçlarının hepsini
veriyor, alsın tarihçi anlatsın bize Troya'nın gerçeklerini"
diyor. Sonra Troya'yı "Hisarlık tepesine çıktığınız
zaman, karşınızda iri gümüşi taşlarla örülmüş bir duvar
görürsünüz. Bu duvar bir iki saatte dolaşabileceğiniz bir
höyüğü çevreler. Koca Troya kenti bu mudur? demekten alamazsınız
kendiniz" sözleriyle tanıtıyor. Ardından Troya'nın gerçek
olabileceğini 19. yüzyıl ortasına dek kimsenin aklından bile
geçirmediğini belirterek bir Homeros
aşığının, Heinrich Schliemann'ın öyküsüne geçiyor. (17)
Almanya'nın
Mecklenburg bölgesinde bir köy. Schliemann'ın çocukluğu.
Homeros'a babasından Noel hediyesi olarak aldığı resimli tarih
kitabını okurken vurulmuş. Zor bir yola girmiş. Gemi tayfası,
ticarethane katibi, tüccar, altın arayıcısı, derken milyoner
olmuş. Birçok dili, sonunda Latince ve eski Yunancayı da öğrenmiş.
Günün birinde Troya'yı bulmak üzere yola çıkmış. 1870'te elinde
İlyada ve Odysseia destanlarının metinleriyle Çanakkale'ye
varmış. Cebinde tüm engelleri yenmeye yetecek para varmış.
Hisarlık tepesinde kazıya başlamış. Kazdıkça kentler bularak
yerin dokuz kat dibine inmiş. "Bu soğan gibi kentin hangisi
Homeros'un Troya'sıdır?" diye düşünmüş. Derme çatma
arkeoloji bilgisiyle "Destan Troyası en eskisi olduğuna göre
en altta olmalı" deyip kazdıkça kazmış, indikçe inmiş.
Priamos'un ülkesine varmak isterken ana toprağa ulaşmış.
Karşısına bir parıltı çıkmış. Bir define bulmuş. Altın,
gerdanlıklar, iğneler, bilezikler, kucak dolusu altın. Aşkı
hırsla kirlenmiş. Karısıyla birlikte altınları çıkarıp
saklamışlar, Yunanistan üzerinden Almanya'ya kaçırmışlar.
Berlin Müzesi hazinesi II. Dünya Savaşı'nda bir köye saklanmış.
Sonra kaybolmuş. Ama Schliemann'ın Priamos'un olduğunu sanarak
getirdiği bu hazinenin Priamos'la ilgisi yokmuş. Çünkü Homeros
Troya'sı sandığı Troya II destanda geçen kent değilmiş. (18)
Schliemann'dan
sonra kazılar daha bilimsel bir yaklaşımla yürütülmüş. Troya
kazıları planlarla, haritalarla sistemli biçimde gözler önüne
serilmiş. Troya'da İsa'dan 3000 yıl öncesinden beri insanlar
oturmaktaymış. Dokuz tabaka üzerinden yapılan araştırmalarda
Troya'nın tarihi ortaya çıkmış. Troya I, İsa'dan önce 2000
yıllarındaki önemsiz bir oturma alanıyken Troya II Mykene çağı
öncesi bronz kültürünün önemli bir merkezi olmuş. Aradaki
önemsiz aşamaların ardından on sekizinci yüzyılda kurulan Troya
VI Mykene'den çok farklı bir Anadolu kalesiymiş. Bu kentte ölüler
yakılır, külleri toprak çanaklarda sur dışındaki mezarlıklara konurmuş. Sonra VIIa ve VIIb geliyormuş. Trota VIIa Troya VI'dan
farksızmış ve 1200 sularında insan eliyle yıkılmış.
Homeros'un Troya'sı bu olmalıymış. (19)
Tarihsel
çağlarda Troya gene kurulmuş. Herodotos, Serhas'ın Yunanistan'a
yaptığı seferde Troya'ya geldiğini ve Athena tapınağında 1000
sığırlık kurban kestiğini anlatıyormuş. İki yüzyıl sonra
İskender de Troya'ya uğramış, bir söylentiye göre Akhilleus'un
kalkanını görmüş. Hellenistik çağda Troya, Nea İlion adıyla
yeniden kurularak Roma zamanına dek yaşamış. Kentin bu çağlardan
kalma anıtları Hisarlık tepesinde görülebiliyormuş.
Schliemann'ın
çalışmaları iki bilim kolunun birleşmesine yol açmış.
Efsaneye dayalı bir destan olduğu bilinen İlyada'nın tarihsel
temellerinin filoloji ve arkeoloji araştırmalarıyla bilimsel
olarak aydınlatılabileceği anlaşılmış. Efsaneye karışan
bilgilerin tarihsel verilerin ışığında aranması ve gerçeğin
sınırlandırılmasıyla Troya'nın çevredeki kültürlerle
ilişkisi görülebilmiş. 1200 yıllarındaki Troya savaşı
döneminde Yunanistan, Trakya, Boğazlar, batı-orta-güney Anadolu,
Girit ve adalar bölgesinde yaşananlar, destanı anlamak ve tarihin
bilinmeyen yönlerini görebilmek için ipuçları veriyormuş.
Minoen
Girit uygarlığı 2400'den 1400'e bir yandan Mısır ve
Mezopotamya'nın eski kültürleriyle, öte yandan Yunanistan ve
Anadolu'yla alışverişi sağlayarak bin yıl boyunca Akdeniz'e ışık
saçmış. (20) Anadolu'dan gelmiş Ana Tanrıça tapımı ile
birlikte kadının egemen olduğu anaerkil düzeni uzun zaman
yaşatmış. Yunanistan'dan gelme kavimlerle bu düzen bozulduysa da
İlyada'da izlerine rastlanıyormuş. Bir kadının kaçırılmasıyla
başlayıp yıllar süren Troya Savaşı, Homeros'un anlattığı
Troya'da kadının çok önemli ve üstün tutulması bunun
örnekleriymiş. (21)
Bu
düzen bozulmuş. Helen öncesi kavimleri Ege çevresinde Girit
uygarlığını benimseyip rahat rahat yaşarken, 20. yüzyıla doğru
ilk Helen kavimlerinin akını başlamış. Kuzeyden gelen bu ırk
madeni bilmiyor, kulübelerde oturuyor, çok basit giyiniyormuş.
Fatihlerin fethettikleri ülkelerin uygarlığına yenildiği
tarihsel örneklerde olduğu gibi Hellenler de Minoen kültürünü
yavaş yavaş
benimsemişler. Kaleleri bu sert ve yumuşak kültür öğelerinin
birbiriyle karıştığını gösteriyormuş. Bir yanda koca surlar,
arslanlı kapı, yaban domuzu dişlerinden yapılmış tolgalar, öte
yandan süslü püslü kadın resimleriyle freskler, işlemeli
kumaşlar, altın bezekler. Hellenler 16. yüzyılda merkezi Mykene
olan bir uygarlık kurmuşlar. Homeros destanlarındaki Akhalar
onlarmış. Danaolar ve Argoslular da deniyormuş. Homeros'un bu
adları karışık kullanması o dönemde henüz iyice
kesinleşmediklerini gösteriyormuş.
Azra
Erhat çeşitli kavim adlarıyla Yunanistan'a yerleşen Hellenlerin
küçük kentler kurarak her bölgeyi güçlü bir kaleyle
egemenlikleri altına aldıklarını anlatıyor. Mykene, Pylos,
Sparta, Phtika bu kalelerden birkaçıymış, her birinin başında
sürüsü ve tarlası en çok olan bir kral varmış. En güçlüleri
Mykene kralıymış. At tanrısal bir hayvan olarak görülüyor,
büyük değer veriliyormuş. Erhat 2000'den 1000 yılına dek süren
ırk kaynaşmasında Ege ve Anadolu'nun tanrı efsanelerini, tanrı
kültürlerini Akhaların kendilerine uyarladıklarını, en büyük
tanrıları Zeus'un bile adının Hellence olmadığını, Giritli
tanrı Zeus'un, Anadolulu Ana Tanrıça Kybele'nin, Anadolulu Tanrı
Apollon'un Akhaların din düzenine girip özlerini değiştirdiğini
öne sürüyor. (22)
Bu
kaynaşma sert çarpışmalara yol açmış. Birinde Girt'te Minoen
uygarlığı yıkılmış, diğeri Troya Savaşı olmuş. İlk
Hellenleri Anadolu'ya çeken temel neden madenmiş. Homeros
destanlarında tunç sözcüğü çok sık geçiyormuş. Erhat
demirin tunçtan da değerli olduğunu belirterek "Efsanenin
şiir öğeleriyle süsleye süsleye Homeros destanları haline
getirdiği seferin ya da seferlerin gerçek amacı, bu madenleri ele
geçirmek değil de nedir?" diye sorarak ekliyor: "Troya
seferi, bir çapulculuk seferidir, nitekim Troya önünde dokuz yıl
beklerken Akhaların boş durmadıklarıi ta Güney Anadolu'ya kadar
sokulup Lykia gibi zengin bölgeleri yağma ettikleri İlyada'da sık
sık anlatılır. Bu seferlerde gelişmiş uygarlıkları yıkan
Akhalar, zamanla, Anodolu kıyılarında ve adalarda tutunmak yolunu
bulmuşlar ve kendi egemenliklerini kurmuş olacaklar ki, destan
onlardan üstün ırk diye söz ediyor. İlk Hellenlerin bu başarısı
Hitit kaynaklarında da iz bırakmışa benziyor. On dördüncü
yüzyıldan kalma Hitit yazılarında Akhijava diye adı geçen
Anadolu kenti acaba Troya ya da Miletos mudur, Kral Atarsijas acaba
Atreus mudur, Lazpa Lesbos mu, Hitit Kralı Muvattali'nin Vilusa
Kralı Alaksandu ile yaptığı antlaşma metninden Aleksandros
(Alaksandu), İyon (Viluşa), Aiolos (Akhijava Kralının kardeşi
diye gösterilen Ayavalaş), Apollon (antlaşmayı koruyan tanrı
Apaliuna) adlarını çıkaramaz mıyız? Bilim bu konuda bir karara
varmış değildir." (23)
Destanların
kimin için olduğunu soran Erhat, Homeros'un bir tarafı tuttuğunu,
ama dikkatli okuyunca tutar göründüğü tarafı gerçekte
tutmadığı sonucuna varılacağını söylüyor. Destanda
Akhalar'ın daha soylu daha yürekli daha akıllı gösterildiğini,
Akhalara ya da Akha soyundan dinleyicilere okunmak için yazıldığı
izlenimini verdiğini belirtiyor. Homeros İlyada'yı Troya Savaşı'ndan
beş yüzyıl kadar sonra, Anadolu'ya yerleşerek sömürgeler kurmuş
ve atalarının kahramanlık destanlarını uzun uzun dinlemekten
zevk duyan Hellenlar için dile getiriyormuş. Yine de Homeros için
şu yorumu yapıyor: "Ne var ki, kendisi Hellen olsa bile,
İonyalı idi, Anadolu'nun Girit uygarlığı ile karışmış
kültürü içinde yetişmişti. Destanını meydana getirdiği
çağlarda
Troya
yıkılmış bir kent olduğundan, onu gidip görmediyse de, İzmirli
Homeros, Çanakkale Bölgesini, Troya Ovasını çok iyi bilirdi.
Efsanelik kent üzerine verdiği bilgiler kesindir, topoğrafyasında
hiç yanılmaz, ama Schliemann gibi arkeoologların, elde bir İlyada
metni ile, şu pınarı sğrada aramaları, Troya surunu çepeçevre
dolaşmanın kaç kilometre tutacağını hesaplamaları ve
buna göre arkeoloji bakımından sonuçlar çıkarmaya uğraşmaları
yersizdir. Homeros destanlarının kaleme alındığı zamanda
Priamos'un kentinin yıkık olduğunu söyledik. Bu yüzden
destanların verileri harfi harfine değil, ancak kuşbakışı bir
görüntü elde etmek için değerlendirilebilir." (24)
Azra
Erhat Homeros'un Anadolu toprağını övmek, Troyalıların
Akhalardan çok daha insan, çok daha uygar olduklarını belirtmek
için hiçbir fırsatı kaçırmadığını, destanın sonunda kenti
gelip yıkan Akhalara bir insanlık dersi verdiğini söylüyor.
Gerçekçilikle örülmüş bu destanların canlandırdıkları çağı
aydınlatmak için çok değerli belgeler olduğunu, bilimin bu
destanlarla el ele giden araştırmalarının bir gün İlyada ve
Odysseia dünyasının kapladığı gerçeklik alanının tümüyle
açıklayabilmesini umduğunu belirtiyor.
....
İlyada.
"Homeros'un
Yunanca İlias adını taşıyan destanı, İlyon ya da Troya olarak
anılan kentin destanıdır. Konusu Troya savaşı olmakla birlikte,
hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar, hem de Troya
efsaneleri diye andığımız büyük bir efsane ve masal çemberinin
küçük bir bölümünü içine alır. İlyada'da bütün bir
savaşın öncesi ve sonrasıyla bir otuz yıl süreyle uzanan
öyküsünü arayan okuyucu, büyük bir düş kırıklığına
uğrar. Aslında İlyada, Troya'nın destanı değil, Akhilleus'un
destanı sayılmalıdır."
Azra
Erhat, İlyada'yı böyle tanıtıyor. 24 bölümlü ve 16.000'i
aşkın dizeli bu koca destanın Troya Savaşı'nın dokuzuncu
yılında 51 günlük bir sürede geçtiğini, Akhilleus'un Akha
ordularının başkomutanı Agamemnon'a öfkesiyle başlayan destanın
Hektor'un ölüsünü babası Kral Priamos'a vermesiyle bittiğini
söylüyor. Troya Savaşı'nın önceki ve sonraki olaylarla birlikte
Homeros'un yapıtlarını
çok aşan dallı budaklı bir efsane bütünü olduğunu, bu
efsanelerin hem Homeros'un iki yapıtıyla birlikte bunların
dışındaki çeşitli destan ve öykülerde de bulunduğunu, ilkçağ
Yunan öykü ve söylencelerinden kalan yüzlerce efsanenin bu gür
ağacın kökenleriyle karıştığını belirterek "Yunan ve
Roma uygarlıklarından doğma Latin ve Cermen dillerinin de
efsaneleri aynı
kökenden
türemiş olduğuna göre burada ne görkemli bir öykü, inanç ve
söylence topluluğunun ortaya çıktığı kolayca anlaşılır"
diyor. İlkçağ efsaneleri her çağ, her dönem ve her yerde yeni
yorumlarla işlenmeye elverişli olmuş. Batı sanat ve yazını kimi
dönemlerde bu akıma karşı koymaya çalıştıysa da mitolojiden
ve mitolojik konuların etkisinden kurtulamamış. (25) Troya Savaşı
konusu Yunanca 'kyklos' (çember) diye adlandırılan birçok
destanda da işlenmiş, ancak çoğunun yalnızca adları kalmış.
Efsanelerin gelişimi içinde Kypria'yla başlayıp İlyada,
Aithiopis, Küçük İlyada, İlyon'un yıkılışı ve Odysseia gibi
nostoiler, yani dönüş destanlarıyla sürmüş. Destanlarla ilgili
bilgilerin çoğu Hellenistik çağlardan kalma derleyicilerin
yapıtlarına dayanıyormuş.(26)
Destanın
24 bölümü elyazmalarında Yunan alfabesinin harfleriyle
gösterilmiş, Azra Erhat destanın kısa özetini (27) verirken
bölüm numaraları ve başlıklarıyla birlikte bu harfleri de
belirtmiş:
Bölüm I. (Alpha) : Sesleniş-Akhilleus'un öfkesi
Bölüm II. (Beta) : Agamemnon'un düşü -
Toplantı - Gemilerin sayımı
Bölüm III. (Gamma) : Andlar - Surların üstündeki
sahne - Paris ile Menelaos'un teke tek dövüşü
Bölüm IV. (Delta) : Andların bozulması -
Agamemnon'un orduları denetlemesi
Bölüm V. (Epsilon) : Diomedes'in kahramanlıkları
Bölüm VI. (Zeta) : Hektor'la Andromakhe'nin
buluşması
Bölüm VII. (Eta) : Hektor'la Aias arasındaki
çarpışma - Ölülerin kaldırılması
Bölüm VIII. (Theta) : Zeus'un İda Dağı'ndan
savaşı yönetmesi
Bölüm IX. (İota) : Akhilleus'a gönderilen
elçiler - Yiğidin barakasındaki tartışma
Bölüm X. (Kappa) : Odysseus'la Diomedes'in keşfe
çıkmaları - Dolon
Bölüm XI. (Lamda) : Agamemnon'un kahramanlıkları
Bölüm XII. (Mü) : Duvar dibindeki savaş
Bölüm XIII. (Nü) : Gemilerin önündeki savaş
Bölüm XIV. (Ksi) : Zeus'un aldatılması
Bölüm XV. (Omikron) ; Duvara ikinci saldırış
Bölüm XVI. (Pi) : Patroklos destanı
Bölüm XVII. (Ro) : Menelaos'un kahramanlığı
Bölüm XVIII.(Sigma) : Akhilleus'a yeni silahlar
yapılması
Bölüm XIX. (Tau) : Akhilleus'la Agamemnon
arasındaki barışma
Bölüm XX. (Ypsilon) : Tanrıların savaşa karışması
Bölüm XXI. (Phi) : Irmak kıyılarında savaş
Bölüm XXII. (Khi) : Hektor'un ölümü
Bölüm XXIII.(Psi) : Patroklos'un ölüsüne
düzenlenen törenler
Bölüm XXIV. (Omega) : Priamos'un Hektor'un ölüsünü
geri alması - Hektor'a ağıtlar
....
Tanrılar.
Homeros
tanrıları yüksek bir dağda otururlarmış, Olympos'ta. Binbir
doruklu, hep karlarla örtülü, pırıl pırıl ışıldayıp
sarplığı ve yüksekliğiyle göklere karışan bir ulu dağda.
(28) Azra Erhat tanrı dünyasını insan dünyasında gördüğü
gerçeklerle canlandıran Homeros'un, tanrıları pek ciddiye
almadığının öteden beri dikkat çektiğini söylüyor. (29) Bu
tanrılar ölümsüzmüş ama insanlar gibi giyinir, kuşanır,
öfkelenir, üzülür, acı çekerlermiş. İnsanların savaşlarına
katılıp yaralandıkları bile olurmuş. Troya savaşıyla ilgili
iki cepheye ayrılmışlar. Aphrodite ve Ares Troyalılardan, Hera ve
Athena Akhalar'dan yanaymış. İlyada iki katlı bir sahnede
geçiyormuş. Alt katta Troya kenti, surlardan denize uzanan savaş
alanı, kıyıda Akhaların gemileri ve barakaları, savaş için
Yunanistan ve adalardan gelmiş büyük bir ordu varmış. Üst
kattaysa tanrıların dünyası Olympos duruyormuş.
Homeros
öyküyü bu iki sahne arasında gidip gelerek anlatıyormuş.
İlyada'da insanların ve tanrıların dünyası birbirine
karışıyormuş. Akhilleus Agamemnon'u öldüreceği sırada Athena
gelip onu durduruyormuş. Savaşı gözleyen Apollon Troyalıların
gevşekliğine içerleyerek onlara sesleniyormuş. Kendileri gerek
gördükçe işlere karışan tanrılar çağrıldıkları için de geliyorlarmış.
Diomedes Athena'yı çağırınca tanrıça hemen gelip yarasını
iyi etmiş. Haberci tanrı İris'in işi tanrıların buyruklarını
insanlara ulaştırmakmış. Helene'yi evinden alıp Troya
surlarından savaşı görmeye götürmüş. Tanrılar çoğu kez
insan kılığına girerlermiş, görünecekleri kişiye söz
geçirebilmek için onun sevip saydığı birinin kimliğine
bürünürlermiş. (30)
Uranos
ve Kronos soylarından üçüncü tanrı kuşağı Zeus Olympos
tanrılarının en büyüğü ve güçlüsüymüş. Doğa güçlerini
elinde tutarak insan dünyasına egemen olurmuş. Bulutları
devşiren, göklerde gürleyen, şimşek savuran gibi sözlerle
anılan Zeus aklın ta kendisiymiş. Olymposlu tanrılardan önce
başka tanrılar da varmış. Dünyayla birlikte tanrı kuşaklarının
da doğuşunu Homeros'ta bir yüzyıl sonra yaşadığı sanılan
Hesiodos anlatmış. Uranos (Gök) - Gaia (Toprak) soyunu Kronos-Rhea
soyu izlemiş. Kronos krallığı elden kaçırmamak için
çocuklarını doğar doğmaz yermiş. Rhea Zeus'u doğurunca Girit
Adasına saklamış. Kronos'a da kundaklanmış bir taş yedirmiş.
Zeus da büyüyünce, Kronos'un soyundan olan bütün devleri,
azmanları yeraltı ülkesi Tartanos'a kapatmış. Zeus'a karşı
koyanlar da olmuş. Thetis, onu günün birinde Hera, Poseidon ve
Pallas Athena'nın birlikte kurdukları bir tuzaktan kurtarmış.
Tanrıların, insanlardan çektikleri de olmuş. Diomedes kudurup da
insan olsun, tanrı olsun önüne her çıkana saldırınca,
onu görenler Zeus'tan bile çekinmeyeceğini söylerlermiş.
Tanrıların en güçlüsü Zeus bile diğer tanrılardan çekinerek
aralarında bir yatıştırma politikası güdermiş. Hele karısı
Hera'dan bayağı korkar, herhangi bir ölümlü gibi karısının
hırçınlığından, kavgacılığından yakınır, oğlu Ares'te
aynı huyları görünce annesine çektiği için hayıflanırmış.
(31)
Ak
kollu, inek gözlü tanrıça Hera Zeus'un soyundan ve Zeus'un karısı
olduğu için, tanrıların babası kadar saygı görmekle övünürmüş.
Azra Erhat İlyada'da Hera'nın hep Akhalardan yana gösterilmesini
yalnız Yunanistan'da tapınılan bir tanrıça olmasına bağlıyor,
Hera'nın gözbebeği üç kenti kendi ağzından Argos, Sparta ve
Mykene olarak aktarıyor. Hera Yunanistan'dan gelen orduların
yenmesi, Troya'nın yenilmesi için yıllarca alınteri dökmüş.
(32)
Apollon
da Anadolu'yla ilgisi yüzünden Troyalıları tutan bir tanrıymış.
Troya'nın Pergomos kalesinde bir tapınağı varmış. İlyada'da
başlıca sıfatı Lykialı olarak geçiyormuş. İki büyük
niteliği okçuluğu ve hekimliğiymiş. İlyada'nın başında Akha
ordusunun kırılmasına yol açan salgın Apollon'dan gelmeymiş.
İlyada'da Apollon Troyalılardan çok Lykialıları korurmuş.
Pandaros, Sarpedon,
Glaukos ona ulusal tanrıları olarak güvenirlermiş. Apollon ve
Artemis'in anaları Leto'nun efsanesi de Anadolu'ya bağlıymış.
(33)
Ares
savaşın ta kendisi olarak canlandırılıyormuş. Hem kişi olarak
savaşa karışıyor, hem de simgelediği savaş gücüyle varlığını
hep duyuruyormuş. Peşinden kimi dişi, kimi erkek başka simgesel
tanrıları sürüklermiş. Deimos (Korku, Dehşet), Phobos (Korku,
Bozgun), kızkardeşi Eris (Kavga), Enyo (Savaş, Savaşta Kaynaşma,
Boğuşma) da Ares gibi varlıklarıyla ya da yalnızca bir kavram
olarak karşımıza çıkarlarmış. Homeros iyi savaşanları
"Ares'in sevdiği, Ares'in dalı, filizi" gibi sıfatlarla
anarmış. Homeros Ares için korku ve nefret uyandıran sözler
kullanır, ona "İnsanların baş belası, dönek, surları
yıkan, azgın, insafsız, elleri kana bulanmış, savaşa doymaz,
insan öldüren" dermiş. Erhat İlyada'nın bir savaş destanı
olduğunu, ama bu savaş destanında savaşın ve savaş tanrısının
nefretle anıldığını söylüyor. Zeus da, Agamemnon da Ares'ten
tiksiniyormuş. Homeros savaşı kötü, uğursuz, korkunç,
öldürücü, zorlu ve gözyaşı döktüren diye niteliyormuş.
Savaş sahnelerinden çok Troya ya da Olympos'ta geçen günlük
yaşam sahnelerini anlatırken, doğadan gerçek öğelerle
benzetmeler yaparken özeniyor, sanatının en yüksek düzeyine
buralarda çıkıyor, savaşı barışçı bir dille işliyormuş.
(34)
Azra
Erhat "insan gibi tanrılar" diyerek Homeros'un tanrı
dünyasını insanların dünyasında gördüğü gerçeklerle
canlandırdığını, Tanrıyı kusursuz bir varlık olarak
tasarlayan tek tanrılı dinlerden geçenlerin tanrıların insanlar
gibi zayıf ve kusurlu gösterilmesini yadırgadığını söylüyor.
Homeros'un bu alanda yalan söylediğine inanan Platon da, ideal
devletinde bu ozana yer vermemiş.
İsa'dan 850 yıl kadar önce yaşamış Homeros'la Platon arasında
yüz yıldan az bir zaman geçmiş. Erhat Yunan ilkçağında şiirle
felsefe arasındaki ayrılığın Homeros kadar eski olabileceğini,
yedinci yüzyılda doğaya bakmakla kurulan gerçekçi düşünüşün
ozanların malı olan tanrı efsanelerini hiçe saydığını
söylüyor. Masal dağarcığı Yunan topluluklarında birer din gibi benimsenirken
felsefe ayrı yollar tutmuş. Sonraki filozoflar destanlarda alegorik
yorumlarla Zeus havadır, Poseidon sudur diyerek gizli anlamlar
bulmaya çalışmışlar. Erhat bu görüşlerden felsefenin
Homeros'u anlamadığı sonucunun çıktığını, Homeros, Pindaros,
Aiskhylos ve Sophokles gibi ozanların anlattıkları tanrı
dünyasının ve efsane geleneğinin gerçekliğine inandıklarını
söylüyor. Homeros tanrı dünyasını insan dünyası gibi
canlandırırken ona tadına doyulmaz bir renk ve çeşni de vermiş.
Aphrodite için Homeros'un yarattığı 'gülüşmeyi seven' anlamına
gelen 'philommeides' sıfatını çeviride 'gülümser' ve 'cilveli'
sözleriyle karşılamışlar. Oyunlarıyla dünyayı altüst eden
bir tanrıça için bunun kadar uygun bir sıfatı ancak çok sonra
kadın ozan Sappho, aşk tanrısı Eros'a 'acı-tatlı' diyerek
bulabilmiş. Azra Erhat tanrı dünyasını anlatmayı, onu bize
yakın kılan nedenlerden birinin
Homeros'un hiç eksik etmeyerek insanca sevgiyi yansıttığı tatlı
sahneler olduğunu belirterek sonlandırıyor. (35)
....
İnsanlar.
"İlyada'da
karşımıza çıkan kişiler belli bir dünyanın insanlarıdır.
Homeros bu dünyayı en ufak çizgilerine varıncaya dek anlatır,
gözümüzün önünde canlandırır."
Azra
Erhat İlyada insanlarını, dünyalarını anlatmaya böyle
başlıyor. Binden fazla gemiyle ve Troyalıların ordusundan on kat
büyük bir orduyla Troyalılara saldırdıkları söylenen Akhaların
bu sefere niçin çıktığını soruyor. Homeros bunu karısı
kaçırılan Menelaos'un öcünü almak için diyerek açıklıyormuş.
Erhat bir kraliçenin kaçırılması İlyada'nın geçtiği çağlarda
savaşa yol açabilecek önemde olsa bile efsanede bu olayın fazla
öne çıkarılarak savaşın gerçek nedenlerini gölgede
bıraktığını söylüyor. Savaşın nasıl çıktığını ve Akha
ordularının nasıl toplandığını İlyada'da anlatılan toplum
düzenine dayanarak açıklıyor. Yunanistan'daki bölge
krallıklarından oluşan Akha ordusunda her kralın kendi gemileri
ve adamlarıyla yola çıktığını, Troya ovasında ayrı yerleri
ve barakalaraıolduğunu, savaşta her birliğin ayrı safa
dizildiğini, İlyada'da 'erlerin başbuğu', 'orduların
güdücüsü' diye anılan Mykene Kralı Agamemnon'un 1200 yıllarında
Yunanistan ve adaların en güçlü kralı görüldüğünü
anlatıyor. Homeros kralların kralı Agamemnon'a bu gücü altın
değeneğiyle birlikte Zeus'un verdiğine inanıyormuş. Tanrıların
en büyüğü buyruklarını doğrudan büyük krallara ulaştırırmış.
Zeus'un işi hep Agamemnon veya Priamos'laymış, küçük krallara
haber ulaştımak
Zeus'un buyruğundaki öbür tanrılara düşermiş. (36)
Mykene
Kralı Agamemnon kardeşi Menelaos'un davasını benimseyince, Akha
dünyasına haber salarak bir ordu toplamaya koyulmuş. Bölge
krallarının gemileri ve adamlarıyla gelmeleri bir borç, bir ödev,
içinde yaşadıkları feodal düzenin bir gereğiymiş. Troya ile
hiçbir alıp veremediği olmadığı halde sırf Mykene kralının
davasını savunmak için sefere çıkan Akhilleus bu durumu
Agamemnon'la kavgası sırasında anlatıyormuş. Her kral, gücüyle
orantılı gemi ve asker toplayarak gelmiş. En üstün Agamemnon
100, Pylos Kralı Nestor 90, Argos Kralı Diomedes ve Girit Kralı
İdomeneus 80, Sparta Kralı Menelaos 60, Phtia Kralı Akhilleus 50,
Lokris Kralı Aias ve diğerleri 40, kimileriyse daha da az gemi
çıkarabilmiş. Kralların hepsi Agamemnon'a boyun eğmek zorundaymışlar.
Aynı düzen ele geçirilen malların paylaşılmasında da
görülüyormuş. Asıl Troya seferi başlamadan önceki yıllarda
Akhalar yağma seferlerine çıkmış, köle ve mal toplamış,
bunları Agamemnon'un önüne dizip en büyük payları ona
vermişler. Bölge kralları kendi aralarında eşit olsalar bile
Agamemnon'la aralarında eşitlik yokmuş. Sonraki dönemlerin
krallarına pek benzemeyen Akha kralları saraylarda yan gelip
oturmazlarmış. İşleri de yalnızca savaşmak değilmiş. Dağa
çıkıp sürülerine çobanlık ederlermiş. Atlarını ahırlarda
tımar ederler, yem verirlermiş. Sapan sürer, yemek pişirir,
silahlarını kendileri bilerlermiş. Homeros onlara halkların
çobanı, erlerin güdücüsü diyormuş. Bu krallar birer
çiftçiymiş, İlyada'da dağda sürülerini beklerken bir
tanrıçanın dikkatini çekmiş birçok kralın sözü geçiyormuş.
Ankhises'le tanrıça Aphrodite'nin oğlu Aineias böyle bir kır
sevişmesinin ürünüymüş. Kralın günlük işler dışında
dinsel görevleri de varmış. Tanrılara adak adar, yalvarır,
kurban kesermiş. Homeros dünyasında başrahip kralın kendisiymiş.
(37)
Azra
Erhat İlyada'nın insanlarını anlatmayı yiğitlik, yoldaşlık,
sürgünlük, konukluk ve yolculuktan söz ederek sürdürüyor.
Savaşta kralları hep bir tanrı korur, üzerlerine atılan kargılar
bu yüzden çoğu kez arabacılarının göğsüne saplanırmış.
Kurtulan kral sevdiği arabacısının ölümüne üzülürmüş.
Krallar seyis, arabacı, haberci gibi adamlarına candan bağlı
olurlarmış. Ordular bir sürü yoldaştan, arkadaştan meydana
gelirmiş. Homeros 'therapon' (hizmetçi, uşak) ile 'hetairod'
(yoldaş) arasında bir fark gözetirmiş. Yoldaş ve arkadaşlar
kralın yanıbaşında savaşırlarmış. Diğerleriyse yalnızca
onlara hizmet ederlermiş. Yine de Homeros'un feodal düzeninde
büyüklerle küçükler arasında şaşırtıcı derinlikte duygu
bağları varmış. İlyada'da adam öldürdüğü için sürgüne
gidenlerin sayısı epey fazlaymış. Sürgünler toplumun vereceği
bir cezadan değil, ölenin kan davası güdecek yakınlarından
kaçarlarmış. Başka bir ülkeye yalvarıcı olarak sığındıklarında
tanrısal kralların koruyuculuğundan yararlanırlarmış. Myrmidon
ordusunun başkomutanı Akhilleus'un kardeş gibi sevdiği
Patroklos'u da Peleus evine almış, oğluyla birlikte yetiştirmiş.
Aralarında kan bağından üstün kutsal bir bağ varmış,
Akhilleus dövüşmedikçe artık onun adamı olan Patroklos da
savaşa katılamazmış. Yalvarıcılık ve konukluk dışına
çıkılamayan iki önemli kuralmış. Homeros destanlarında
yolculuk öykülerinin de önemli yeri varmış. İnsanlar iş ya da
konukluk için, gemiyle ve arabayla Ege çevresindeki ülkelere gidip
gelirlermiş. Bir eve konuk geldiğinde kim olduğuna bakmaksızın
hemen içeri alınıp eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar
giydirilir, ocak başına oturtulup yemek ikram edilir, şerefine
oyun ve eğlenceler düzenlenir, gerekiyorsa yoluna devam etmesi için
araba ya da gemi bile sağlanırmış. (38)
İnsanların
yaşamında av, denizcilik, savaş, silahlar ve araba önemli yer
tutuyormuş. Yiğitler yurtlarında sürü ve topraklarıyla
uğraşmadıklarında ava giderlermiş. Arslan, pars, yılan, yaban
domuzu gibi vahşi hayvanlara karşı yapılan avlar İlyada'da doya
doya anlatılıyormuş. Bir de tanrıların insanları cezalandırmak
için denizden çıkardıkları efsanevi canavarlar varmış.
Homeros'un denizcilikteki bilgisi de şaşırtıcıymış. Teknik
terimleri doğru ve yerinde kullanıyor, geminin en ufak parçasına
dek tüm ayrıntılarını veriyormuş. On binlerce insanın
katıldığı savaşlarda kalabalıktan yalnız benzetmelerde ve
kalıplaşmış deyimlerde söz ediyor, çoğu kez adları ve
soylarıyla tanıttığı iki yiğide yaklaşarak aralarındaki
kavgayı ince ayrıntılarıyla anlatıyormuş. Yiğitler
düello gibi dövüşür, bazen ordular durup iki kişinin
karşılaşmasını izlermiş. Savaşlar yaya ya da arabayla olurmuş.
Her yiğidin bir ya da iki kargısı, bir kalkanı, bir kılıcı
varmış. Düşmanı bunlarla alt edemezse yerden bir taş alıp
üstüne atarmış. Karşı karşıya gelince birbirlerine meydan
okurlar, kendilerini överler, anılarını anarlar, tehditler
savururlar ve tanrılara yalvarırlarmış. Silah ve arabalar da ince
ayrıntılarıyla belirtilirmiş. Kalkanlar iki tipmiş, yusyuvarlak
küçük kalkan ve tüm bedeni örten büyük kalkan. Homeros'un
tunçtan yapıldığı için tunç diye adlandırdığı kargı da
kalkan kadar önemliymiş. Homeros at yelesiyle süslü miğferden
sanatsal etki yaratmak için ustaca yararlanıyormuş. Homeros savaş
arabalarını da gemi gibi en ince ayrıntılarıyla anlatıyormuş.
Arabayı süren atlar yiğitler kadar önemli sayılır, bazıları
dile gelirmiş. Akhilleus'a Hektor'u öldürdükten sonra kendi
ecelinin de geleceğini bildirir, Patroklos'un ölümüne
ağlarlarmış. (39)
İnsanlar
yalnızca savaş alanlarında değil, günlük yaşamlarında da
anlatılıyormuş. İlyada'nın en güzel, en gerçek, en insanca
sahneleri bunlarmış. Azra Erhat "Gelin Priamos'un sarayını
gezelim" diyerek İlyada insanlarının yaşadıkları yerleri
anlatmaya başlıyor. Homeros'un kullandığı 'domata' evler
anlamına geliyormuş. Priamos'un elli oğlu, bir düzine kızı, bir
düzine damadı bir değil birçok evde, evlerin yanyana dizilmesiyle
oluşan domatada yaşayabilirmiş ancak. Yaklaşık 29 yüzyıl önce
yaşanan bu yerlerin, Odysseus'un İthake'deki, Menelaos'un
Lakedaimon'daki ve Phaiak Kralı Alkinos'un evlerinin betimlenmesi bu
yapıların neye benzediğini anlamamızı sağlıyormuş. Evler
avlulardan, oturma ve yatak odalarından, ahırlardan, kiler ve
ambarlardan oluşuyormuş. İnsanlar ve hayvanlar burada barınıyor,
tüm ihtiyaçlar kapalı bir ekonomik sistem içinde burada
karşılanıyormuş. Buğday ve arpa öğütülüyor, un elenip ekmek
yapılıyor, yün ve kendir bükülüp dokunuyor, dışarıyla ilişki
olmadan yaşam sürebiliyormuş. İşleri çok sayıda hizmetçi ve
uşağın yardımıyla evin hanımı ve efendisi yapıyormuş. Evler
tek katlı, Girit sarayları gibi iki katlı olabiliyormuş.
Homeros'un kendi işlerini görmeye alışmış yiğitleri evlerini
de kendileri yaparmış. Paris,
Helene'yle oturacağı evi Priamos'un evine bitişik olarak yapı
ustalarının yardımıyla kendisi yapmış. Priamos ve elli oğlu
yan yana dizili "thalamos" denilen evlerde otururmuş.
Konağın en büyük odası "megaron" denilen, ortasında
büyük bir ocak, tavanında dumanın çıktığı ve günışığının
içeri girdiği bir delik bulunan yermiş. Evsahibi konuklarını
burada kabul eder, yemekler ocakta pişirilir, yanan ateş içeriyi
hem ısıtır, hem aydınlatırmış. Eşyalar yalınmış, içeride
oturulan tahtlar, iskemleler,
üstlerine postlar ve örtüler serilen sedir ve arkalıklı
iskemleler bulunurmuş. Yemek zamanı hizmetçilerin getirdiği küçük
masalar konukların önüne konarak ekmek, şarap, kızartılıp
doğranmış et tahta veya maden tabaklar içinde getirilirmiş.
Yemek elle yenir, sonrasında ibrikle leğen gelir, eller yıkanırmış.
(40)
Homeros
kadınların yaşamını uzun uzun anlatmış. Her yiğidin kız
olarak aldığı bir karısı, kral ve önderlerin ayrıca birçok
tutsağı olurmuş. Yağmalanan kentlerden alınan bu kadınlar asıl
eşler kadar sevilip sayılabilirmiş. Akhilleus Briseis'e
bağlılığını hiç gizlemez, sevgili karısını elinden aldığı
için Agamemnon'u affedemezmiş. Anlattığı savai da bir kadın
yüzünden çıkmış İlyada'da birbirinden güzel ve ilginç kadın
tipleri varmış. Evlerde düzeni kadın yönetir, hizmetçilere bir
iş yaptıracağında erkek ona başvururmuş. Kadının ilk işi
bütün ev halkının giyimini sağlayacak kumaşları dokumakmış.
Lydia'nın doğusundaki Maionia gibi Anadolu bölgelerinde ince nakış
işlerinin de yapıldığı olurmuş. Erhat, Anadolulu kadınların
daha basit bir yaşam süren Akha kadınlarından çok üstün olduğu
yorumunu yapıyor. Homeros Troyalı kadınlar için 'helkesipeplos'
sıfatını kullanarak elbiselerinin yerlerde süründüğünü
söylüyormuş. Kadınların giysilerinde Girit fresklerinde
görüldüğü gibi göğsü yukarı kaldıran kemerler bulunur,
kadınlar memelerini iri göstermek için bir çeşit korse
takarlarmış. Kadınlar süslerine de düşkünmüş, Hisarlık
kazılarında altın gerdanlıklar, yüzükler, iğneler bulunmuş.
İnsanlar temizliğe de düşkünmüş, erkekler yolculuk ve savaş
dönüşü banyo yaparlarmış. Homeros dünyasında kadın yemek
pişirmeye karışmıyormuş. Hayvanları erkekler kesiyor, etlerini
şişleyip onlar pişiriyormuş. Kadınlar erkeklerin şölenine
katılmayarak yemeklerini kadınlar katında yermiş. Tanrılar
dünyasında durum farklıymış. Olympos'ta kurulan sofralarda
tanrıçalar erkeklerin yanında yer alır, onlarla birlikte yiyip
içermiş. Homeros destanlarında anayla oğul, anayla kız arasında
tadına doyulmaz sevecenlik ilişkileri canlandırılıyormuş. Erhat
bunu, merkezi Anadolu'da bulunan anaerkil bir toplum düzeninin
kalıntıları olarak açıklıyor. Troya'daki aile yaşamının
uyumundan, ihtiyar Priamos'un oğulları, gelinleri, kızları,
damatları ile birbirini seven, sayan, destekleyen bir topluluk
olduğunu söylüyor. (41)
....
Anlatım.
Azra
Erhat Homeros, Troya, İlyada, tanrılar ve insanlar üzerine
yazdıklarından sonra destanın anlatım özelliklerini inceliyor.
Kimin nasıl anlattığını araştırıyor. Çeviri sırasında
yaşadığı zorluklardan söz ediyor.
Önce
kimin anlattığını sorarak "İlyada'yı anlatan adam bu
öyküyü kendi ağzından anlatsa, herhalde kendinin kim olduğunu
daha kesince belirtir, biz de Homeros var mıydı, yok muydu, destanı
bir ozan mı, birçok ozan mı yarattı diye sonuçsuz, verimsiz
tartışmalara girişmezdik" diyor. Musa'ya şu seslenişle
başlayan destanı anlatanın kim olduğunun metinden belli
olmadığını söylüyor:
"Söyle,
tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle."
Homeros'un
İlyada'nın yalnızca ikinci bölümümünün bir yerinde "ben"
diyerek konuştuğunu, ancak bu parçanın ona ait olup olmadığının
pek bilinmediğini, tarihsel çağlarda bilinmeyen birçok kentin
adını sayan Gemi Katalogu'nun İlyada'ya sonradan eklenmiş bir
bölüm olabileceğini belirtiyor. Homeros hakkında kimin
anlattığını değil, nasıl anlattığını sorarak bilgi
edinebileceğimizi söylüyor. (42)
İlyada
düz akışlı bir anlatmaymış. Odysseia'deki gibi geriye dönen,
anılara dayanan bir anlatış değilmiş, savaşın 51 gününde
geçen olaylar zaman sırasına göre anlatılıyormuş. Ama Erhat
İlyada'da değişik uzunluk ve önemde ek öykülerin, yineleme ve
gerilemelerin bulunduğunu, bazı anlarda geriye atlandığını,
Troya efsanelerinin çoğunun bu şekilde anlatıldığını,
destanın yirmi sekiz
yüzyıllık süreyi aşıp Batı edebiyatının en büyük eseri
olarak bize ulaşmasında zaman akışına bağlı kalmaksızın
anlatılan bu olayların payı olduğunu belirtiyor. Homeros'un
anlatmakla kalmayıp kişiler, yerler ve eşyalarla ilgili kaynakları
da ince ayrıntılarıyla tanımlayıp bildirdiğini söylüyor.
Hephaistos'un Akhilleus için yaptığı silahların üç yüze yakın
dizede anlatılması örneğini veriyor.(43)
İlyada'da
anlatmadan çok konuşma varmış, yiğitler savaşta ve toplantıda
hep konuşurlarmış. Homeros benzetmeleri de sıklıkla
kullanıyormuş. Ordunun yürüyüşünü, bir yiğidin davranışını
canlandırmak için onu doğanın bir manzarasına benzetiyormuş.
Destanlarda kullanılan dil hiçbir zaman kullanılmamış, biröok
lehçenin katıştığı bir sanat diliymiş. İlyada metni
Peisistratos zamanında
Atina'da ele alınarak kopya edilmiş, destanın dili bu sırada
Atina diline uydurulmuş, böylece İonya lehçesiyle yazılmış
İlyada ve Odysseia'ya bir çeşit Attika cilası sürülmüş, bu
yüzden İskenderiye çağında Aristarkhos gibi büyük bir bilgin,
Homeros'un Atinalı olduğuna inanabilmiş. Homeros'un kullandığı
sıfatların birçoğu daha eski dil tabakalarından geliyormuş.
Ozanın anlamını bilmeden ve düşünmeden kullandığı 'İnek
gözlü Hera', 'baykuş gözlü Athena' gibi sıfatların tanrılara hayvan
biçiminde tapınılan Homeros öncesi çağlardan kalmaymış.
Erhat, dil ve vezin uyumunun etkisinin birlikte düşünüldüğünde
Homeros'u Yunanca aslından okuyup dinlemenin nasıl büyük bir zevk
vereceğinin sezilebileceğini, Homeros destanlarında altılı
veznin en güzel, en değişik biçimlerine rastlandığını
söylüyor. İlyada'nın Yunanca aslından çevrildiğini, çağdaş
dillerin hiçbirinin
özgün vezni vermeye uygun olmadığını, yine de düz bir yazı
dili kullanmaktansa vezinsiz olmakla birlikte bir çeşit nazım
uyumu tutturacak dize kalıplarına gitmeyi seçtiklerini belirtiyor.
Çeviri için temel aldıkları metinlerin adlarını veriyor, Paul
Mazon'un İlyada metni ve Fransızca çevirisini yararlandıkları
kitapların başında sayıyor. (44)
Erhat
kitabın önsözünü 1958'de yazmış. İlyada'yı Türkçeye
çevirmenin uzun süredir emeli olduğunu, eşsiz bir çalışma
arkadaşı olan A.Kadir'in kusursuz bir Türkçeyle kurduğu şiir
dilinin sağladığı katkıyı anlatıyor. Yirmi üç yıl sonra,
1981'de yapılan dördüncü baskıda çevirinin bir daha gözden
geçirildiğini, gereken düzeltmelerin yapıldığını, İlyada
çevirisinin iki de ödül, 1959 yılında Habib-Edip Törehan Bilim
Ödülü ve 1961 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü aldığını
söylüyor. Bu çeviriyle destanın kazı yeri ve uygarlık merkezi
Troya'yla ilişkisinin saptandığını, Ege ve Anadolu'daki tarihsel
anıt ve merkezlerin canlanmasının sağlandığını ekliyor. (45)
....
İlyada'dan
esintiler.
Dönüp
dönüp okunabilecek, her geçişte yeni yolculuklara çıkılabilecek
bir kaynak. Dağlardan yirmi dört saat değişik rüzgarlar gelir ya
hani günün yirmi dört saatinde, yılın üç yüz altmış beş
gününde. İlyada'ya da her başlangıcınızda farklı bir sondan
çıkabilirsiniz.
"
Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle.
Acı
üstüne acıyı Akhalara o kahreden öfke getirdi.
ulu
canlarını Hades'e attı yiğitlerin,
gövdelerini
yem yaptı kurda kuşa.
Buyruğu
yerine geliyordu Zeus'un,
ilk
açıldığı günden beri araları
erlerin
başbuğu Atreusoğlu'yla tanrısal Akhilleus'un." (46)
İlyada'nın
elli bir gününün anlatımı böyle başlıyor. Geçmişin gizemli
dünyasına, 28 yüzyıl öncesinin Ege sularına ve tepeden kıyıdaki
Akha gemilerine bakan Troya kentine, denizin iki yakasındaki
insanların sırlarına açılan kapı böyle aralanıyor. Okudukça
Argos ve Mykene kralı Atreusoğlu Agamemnon'un ve Laomedon'un oğlu
Troya kralı Priamos'un yaşadığı dünyaya gitmekle, Akhilleus'u,
çok sevdiği Briseis'i, Menelaos'un karısı Helene'yi, onu Troya'ya
getiren Priamos'un oğlu Paris'le kardeşi Hektor'u tanımakla
kalmıyor, tanrıların katına çıkarak Zeus'la, kardeşi ve karısı
Here'yle, erdem tanrıçası Athene'yle, aşk tanrıçası
Aphrodite'yle, deniz tanrısı Poseidaon'la ve savaş tanrısı
Ares'le de karşılaşıyorsunuz.
Akhilleus
"Seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek!" diyerek
Agamemnon'a çıkışıyor:
"Kargı
salan Troyalılarla savaşa gelmiş değilim ben,
hiçbirşey
yapmadılar, dokunmadılar bana onlar;
ne
sığırlarımı çaldılar, ne atlarımı götürdüler,
ne
de bereketli Phthie'de ekinlerimi çiğnediler.
Gölge
veren dağlar var aramızda, uğuldayan deniz var."
Agamemnon'sa
onu sayan çok adam olduğunu söyleyerek karşılık veriyor:
"Hep
kavga dövüş, savaş işin gücün,
en
iğrendiğim sensin Zeus'un beslediği krallar içinde." (47)
Akhilleus
savaşa özlemiyle anlatılıyor:
"Ayağıtez
Akhilleus, Peleus'un tanrısal oğlu, o sıra
tezgiden
gemilerin yanında oturmuş, köpürüp duruyordu.
Ne
ün veren toplantılara gidiyordu, ne savaşa,
olduğu
yerde, öylece, yiyordu içi içini,
savaş
naralarını, savaşı özleye özleye."
Akhilleus'un
annesi Thetis, bir zamanlar amansız yıkımdan kurtardığı
Zeus'tan kısa ömürlü oğluna değer vermesini istiyor:
"Saygısızlık
etti Agamemnon, erlerin başbuğu,
aldı
onur payını, yoksun bıraktı onu.
Olympos'lu
yüce Zeus, bari onu sen say,
gücü
Troyalılar tarafına koy, ne olur,
Akhalar
saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar." (48)
Zeus
karısı Here'yle arasını bozacak bu işi yapacağını gönülsüzce
başını eğerek, işmar ederek, Thetis'e bildiriyor. Here denizler
babasının kızı gümüş ayaklı Thetis'in onunla konuştuğunu
anlayarak iğneliyor:
"Hangi
tanrıyla neler alıp verdin ey düzenbaz?
Hep
bensiz gizli işler düşünür, karar verir, hoşlanırsın."
(49)
Homeros, öykünün ayrıntılarını anlatmaya başlıyor:
"Olympos'ta
oturan Musa'lar, hadi,
söyleyin
bakalım bana;
tanrısınız,
her yerde varsınız, bilirsiniz her şeyi,
bizimse
hiçbir şey bildiğimiz yok,
yalnız
şurdan burdan birşeyler duyarız;
söyleyin
bana, Danaoların başbuşları, komutanları kimlerdir?
Olympos'lu
Musa'lar, Kalkanlı Zeus'un kızları,
İlyon'u
saranları bir bir hatırlatmazsanız bana,
adıyla,
sanıyla sayaman yığınla insanı ben,
on
tane ağzım olsa, on tane dilim,
hiç
kısılmayacak bir sesim olsa,
göğsümde
tunçtan bir yüreğim.
Ama
bütün gemileri, komutanları sayacağım gene de." (50)
Euboie'den
gelen Abant'ları, güzel Atina'nın insanları Atinalıları,
Mykene'de, Lakedaimon'un derin vadilerinde, Knossos'ta oturanları
sıralamaya koyuluyor. Ardından Troyalılara, Dardanielilere,
Mysialılara, Lykialılar ve diğerlerine geçiyor. Trakyalı şarkıcı
Thamyris'ten, doksan gemiyi dizmiş Nestor'dan söz ediyor. (51)
"Musalar
buluşmuşlardı eskiden Doiron'da,
Keseceklerdi
Trakyalı Thamyris'in şarkısını.
Oikhalia'dan
gelmişti Thamyris,
Oikhalia'lı
Eurytos'un yanından,
kendine
güveniyor, övünüyordu,
Kalkanlı
Zeus'un kızlarını, Musa'ları bile
yenerim
diyordu şarkı söylemede.
Onlar
da kızdılar, kör ettiler onu,
tanrısal
şarkıyı aldılar elinden,
çalgı
çalmayı unutturdular ona.
Başlarında
atları iyi süren Nestor var,
dizmiş
doksan tane koca karınlı gemiyi." (52)
Savaş
başlıyor.
"Her
bir ordu, başta komutanları, sıra oldu.
Troyalılar
yürüdüler kuşlar gibi, çığlık çığlığa,
turnalar
göklere yükselir de hani,
kasırgadan,
sağnak sağnak yağmurdan kaçıp
Okeanos
akıntılarına doğru bağıra çağıra uçarlarsa nasıl
Pygme
cücelerine korkunç bir savaş, ölüm, yokluk getirerek şafak
vakti.
Akhalar
da ateş püsküre püsküre.
birbirlerine
yardım için yana yana,
yürüyorlardı
sessiz sedasız." (53)
Tanrı
yüzlü Aleksandros, Paris, avına bakan bir aslana benzeyen
Menelaos'la karşılaşınca yüreği ağzına geliyor:
"Dağlarda
insan bir yılan görür de hani,
nasıl
irkilir, bir titreme alırsa gövdesini,
yüzünü
bir sarılık kaplar da gerilerse nasıl,
Aleksandros
işte öyle korktu Atreusoğlundan,
Troyalıların
kalabalığından daldı içeri." (54)
Kardeşi
Hektor onu azarlıyor:
"Amma
da hoşlanacak gür saçlı Akhalar
güzelliğine
bakıp soylu bir öncü saydıkları adamın
görünce
aslında tabansız, korkak, kof olduğunu.
Böyleyken,
yoldaşlarını toplayıp
enginleri
aşan gemilerle nasıl açıldın denize,
nasıl
karıştın yaban ellere, nasıl kaçırdın ta uzak ülkelerden,
kargı
salan erlerin gelini, güzel yüzlü kadını;
baş
belası yaptın onu babana, halkımıza, ilimize,
sevindirdin
düşmanlarını tekmil,
rezil
kepaze ettin kendini." (55)
Dışarıda
savaş, içeride yaşam sürüyor:
"İris
sofada buldu Helene'yi,
büyücek
bir kumaş dokuyordu,
ıpışıldı
kumaşın iki yüzü de,
üstüne
savaş resimleri işlemedeydi bür sürü,
atları
iyi süren Troyalılar
tunç
zırhlı Akhalar arasındaydı bu savaşlar,
Helene
uğruna Ares getirdiydi başlarına." (55)
Helene
Batı kapılarının üstündeki kuleye çıktığında Troyalı
ulular şu kanatlı sözleri söylüyorlar usulcacık:
"Troyalılarla
Akhaların, böyle bir kadın için
yıllardır
acı çekmeleri hiç de ayıp değil.
Yüzüne
bakan ölümsüz tanrıçalara benzetir onu.
Ama
gene de binse gemiye keşke gitse,
gitse
de, bizi, çocuklarımızı belaya sokmasa." (56)
Priamos
Helene'yi çağırarak onun suçlu olmadığını, kan ağlatan
savaşı tanrıların getirdiğini söylüyor. Akhalarla ilgili
sorular soruyor,
Helene karşılıklar veriyor:
"Atreusoğlu
gücü yaygın Agamemnon'dur bu adam,
hem
iyi bir kral, hem güçlü bir cenkçi.
Bir
zamanlar kaynımdı benim, ben köpek gözlününü,
ya,
bir zamanlar öyleydi işte." (57)
"Çok
akıllı Odysseus'tur o, Laertes'in oğlu,
kayalık
İthake halkı arasında doğdu büyüdü." (57)
Aleksandros'la
Menelaos, Helene için dövüşmeye hazırlanıyorlar:
"Aleksandros'la
Menelaos, Ares'in sevdiği,
vuruşacaklar
kargılarıyla, bu kadın için.
Kim
üstün gelir kazanırsa zaferi,
alacak
bütün malını, kadını götürecek evine.
Ant
içecek, dost olacak ötekiler de.
Biz
toprağı bereketli Troya'da kalacağız,
onlar
da at besleyen Argos'a dönecekler,
güzel
kadınlı Akha topraklarına." (58)
Kadınlarla
erkekler, tanrıçalarla tanrılar, gençlerle yaşlılar,
savaşçılarla bilgeler sahnelere giriyor, çıkıyor. Aphrodite
Helene'nin göğsünde yüreğini oynatıyor. Helene "neden hep
baştan çıkarmak istersin beni?" diye sorarak yüksek tavanlı
yatak odasına gidiyor, bir iskemleye oturuyor, ağır sözler
ediyor, Paris karşılık veriyor:
"bugün
Menelaos, Athene eliyle beni yendiyse,
bakarsın
ben de onu yenerim bir gün,
bizden
yana da tanrılar var.
Seninle
sevişelim gel şu döşekte,
sevgi
hiç dolmamıştı içime bu kadar.
Denizleri
aşan gemilerle şirin Lakedaimon'dan
seni
kaçırıp, kayalık adada,
döşekte
sarmaşdolaş olduğumuz gün bile
şu
anda sevdiğim gibi sevmedim seni.
Tatlı
istek hiç sarmadı beni böylesine." (59)
Tanrılar
savaşın kaderini tartışıyor, Here öfkesini göğsünde
tutamıyor:
"Korkunç
Kronosoğlu, ne biçim söz bu?
Ben
bunca alın teri dökeyim, didineyim,
Priamos'un
çocuklarını yok etmek isteyeyim,
ordular
toplayayım, atlarımı yorayım,
sen
kalk boşa çıkar emeklerimi." (60)
Bulutları
devşiren Zeus çok kızıyor:
"A
şeytan karı, ne diye kızarsın onlara böyle,
düzenli
İlyon'u yerle bir etmek hırsı da ne?
Priamos'la
çocuklarının sana ettikleri ne ki?" (61)
Atları
iyi süren Troyalılar, güzel dizlikli Akkhalar gökyüzünü
gözleyerek başlarına gelecekleri anlamaya çalışıyorlar:
"Ne
o, zorlu savaş, kargaşalık mı gene?
Yoksa
savaşları doğuran, yöneten Zeus
araya
yeniden dostluk mu salacak ne?" (62)
Bir
yıldız gibi ışıklar saçarak yeryüzüne inen Pallas Athene
kargıcı Laokodos'un kılığına giriyor, Pandaros'u bulup onu kandırmaya
çalışarak aklını çeliyor:
"Lykaon'un
yiğit oğlu, dinler misin beni,
tezgiden
bir ok atar mısın Menelaos'a" (62)
Pandaros
yabanteke boynuzundan parlak yayını toprağa dayayıp geriyor,
okluğun kapağını kaldırıp hiç atılmamış kanatlı bir ok çıkarıyor,
kirişin üzerine yerleştiriyor, gerip bırakıyor:
"Yuzyuvarlak
gerilince gıcırdadı koca yay.
Kiriş
inledi, sivri ok fırladı birden,
Uçtu
kalabalığa doğru, vınlaya vınlaya." (63)
Ok
Menelaos'un etine bir parça girince akan kara kan onun biçimli
bacaklarını, güzel bileklerini boyayınca Agamemnon donup kalıyor:
"Demek
bu anlaşmayı sen ölesin, diye yaptım, kardaşım,
Troyalılara
karşı Akhaların önünde kodum seni tekbaşına." (64)
Bir
zamanlar savaşta çok usta olan yaşlı Nestor adamlarını dizip
savaşa kışkırtıyor, öğütler veriyor:
"önce
arabalarıyla atlılar,
arkada
soylu yayalar bir sürü,
dizilmişlerdi
savaşta kale olmak için.
İster
istemez, zorla savaşsınlar, diye
korkakları
orta yere koymuştu." (65)
"Savaşmaya
kalkmasın kimse en önde tekbaşına,
uzağa
gitmesin iyi sürücüyüm, yiğitim diye
sonra
kesilir hepten gücünüz." (65)
Kral
Agamemnon kanatlı sözlerle sesleniyor:
"İhtiyar,
sende bu ne yürek böyle,
bu
güç bacaklarında da olsa keşke,
dizlerin
de yüreğine tıpatıp uysa.
Oysa
kaçınılmaz bir yaşlılık kemiriyor seni." (65)
Nestor
"ben de isterdim Eurythalion'u öldürdüğüm günkü gibi
olmayı" diyerek karşılık veriyor:
"O
günler gençtim, şimdi yaşlılık çöktü üstüme.
Ama
karışacağım atlar arasına gene de,
onlara
yol gösterme gücüm ve sözüm var.
Yaşlıların
üstünlüğü bundan başka ne ki.
Kargıları
delikanlılar kullansınlar,
güvenir
onlar güçlerine,
savaşa
benden iyi yatar elleri." (65)
Atreusoğlu
Agamemnon seviniyor, başkalarına geçiyor, atları kamçılayan
Peteusoğlu Menesthaus'la, çok akıllı Laertesoğlu Odysseus'la,
taşkın canlı Tydeusoğlu Diomedes'le konuşuyor. (66)
Savaş
kızışıyor. Danaolar durmadan geliyor. Her sıraya bir önder
komuta ediyor, erler sessiz soluksuz yürüyor. Troyalılar ak
sütleri sağılırken zengin bir ağanın ağılında sürü sürü
duran koyunlar gibi bekliyorlar. Her birinin dili başka başka, ayrı
yerlerden gelmişler. Kimini Ares, kimini gök gözlü Athene
kışkırtıyor. Sonra Korku ve Bozgun. Sonra bir de kızgın kavga,
insan öldüren
Ares'in yoldaşı. İnsanları birbirine katan savaşı gene ortalığa
salıyor, insanlara yürüyor, iniltiler yükseliyor. Hep birden
alana yığılıp kapışıyorlar, kalkanlar kargılar kıyasıya
vuruşuyor, ölenlerin iniltisi öldürenlerin çığlığı göklere
çıkıyor, toprak kan ırmağı oluyor, insanların korkuları
gürültüleri birbirine karışıyor, önce en önde vuruşan
Thalysiosoğlu Ekhepolos'u Antilokhos yakalıyor, gür yeleli
tolgasının tepesine vuruyor, iki gözünü kapkaranlık ediyor,
kargaşalığın içine bir duvar gibi yıkıyor. Bir yığın
Troyalıyla bir yığın Akhalı o gün tozun toprağın içine sırt
sırta, yan yana seriliyorlar. (67)
Satırlarda
gezdikçe sahneye farklı diyarlardan yeni insanlar çıkıyor. Çoğu
da hızla savaşın yeni kurbanları oluveriyorlar. Troyalılara
saldıran dev yapılı Diomedes insan güdücüler Astynoos'la
Hyperion'u ağına düşürüyor. Birini tunç kargısıyla tam
memesinin altından vuruyor, diğerinin omzuna kocaman kılıcını
saplıyor. Onları orada öylece bırakıp Abas'la Polyidos'un peşine düşüyor,
babaları yaşlı yorumcu Eurydamas düşü yoramıyor, Diomedes her
ikisinin de canını alıyor. Bitkin, yaşlılık içinde tükenmekte
olan, malını mülkünü bırakmak için başka çocuk yapamayan
Phainops'un körpecik oğulları Ksanthos'la Thoon'un üstüne
yürüyor. Onları da öldürüp canlarını alıyor. Oğullarının
savaştan sağ gördüğünü görüp onları karşılayamayacak
babaya kara günlerle
gözyaşı bırakıyor. Phainops'un malı mülkü hısım akrabaya
kalıyor. Sonra Dardanos'lu Priamos'un iki oğlunu, Ekhemmon'la
Khromios'u ağına düşürüyor:
"Kırda
nasıl bir arslan sığır sürüsüne saldırır da,
bir
ineğin, bir buzağının ensesinden yapışıp koparırsa kafasını,
Tydeusoğlu
da, tıpkı onun gibi, hiç acımadan,
yuvarladı
onları arabadan aşağı." (68)
Lykaon'un
alımlı oğlu Pandaros yaşlı Lykaon atları, arabayı almasını
istediğinde sözünü dinlemediği için yakınıyor, "yepisyeni,
kız gibi" on bir arabanın Lykaon'un sarayında durduğunu
söylüyor. Tydeusoğlu'nu kalkanından vuruyor, Diomedes hiç
sarsılmıyor, o da kargısını savuruyor. Athene kargıyı burna
doğru, gözün alt yanına yöneltiyor. Aineias Akhalar alıp
götüremesin diye gücüne güvenen bir aslan gibi çevresinde
dolaşıyor. Tydeusoğlu eline bir taş alıp Aineias'ı kalçasından
vuruyor. Zeus'un kızı Kıbrıslı tanrıça Aphrodite, Aineias'ın
da anası, keskin gözleriyle onu görüyor. Sevgili oğlunu
götürmeye çalışıyor. Gür naralı Diomedes can alıcı
kargısıyla Aphrodite'i kovalıyor:
"Çekil
Zeus'un kızı, çekil savaştan,
kadıncıkları
baştan çıkarmak yetmez mi sana?"
Tanrıça
kendinden geçiyor, çekilip gidiyor. Kızgın Ares'i bulup sevgili
kardeşine yalvarıyor:
"Ne
olur koru beni, ver atlarını, canım kardaşım,
döneyim
tanrıların yurduna, Olympos'a,
bak,
çok acıyor yaram,
Tydeusoğlu,
ölümlü bir insan açtı bu yarayı,
Birazdan
Zeus babaya karşı da savaşacak o."
Tanrıların
yurduna varınca Aphrodite, anası Dione'nin dizlerine kapanıyor.
Dione kollarıyla kızını sarıyor, okşuyor, diller döküyor, ona
hangi tanrının kıydığını soruyor. Cilveli Aphrodite diyor ki:
"Tydeusoğlu
taşkın canlı Diomedes vurdu beni,
sevgili
oğlumu, Aineias'ı çekiyordum savaştan;
tekmil
insanlar arasında onu severim en çok."
Dione
kızına dişini sıkmasını, bağrına taş basmasını, Olympos'ta
saray kurmuş tanrıların insanlardan çok çektiğini, epey de
birbirlerine çektirdiklerini söylüyor. Kalın zincirlere vurulan
Ares'in, sağ memesi altından üç çatallı bir okla vurulan
Here'nin, ölüler ülkesinin kapısında omzuna güçlü sivri ok
giren Hades'in yaşadıklarını anlatıyor. İki eliyle
Aphrodite'nin bileğindeki özü siliyor, yara iyi oluyor, ağır
acılar diniyor. Gök gözlü tanrıça Athene durumu Kronosoğlu
Zeus'a söylüyor.
İnsanların
ve tanrıların babası altın Aphrodite'yi yanına çağırıp
uyarıyor:
"Cenk
işleri sana vergi değil, yavrum,
sen
evliliğin gönül açan işlerine ver kendini,
çevik
Ares'le Athene uğraşacak savaşla."
Savaş
Akhaların üstünlüğüyle sürüyor. Sarpedon tanrısal Hektor'a
çıkışıyor:
"Nereye
gitti senin eski gücün?
Ordusuz,
yardımcısız koruyacaktın kenti hani,
kayınlarınla,
kardeşlerinle, tek başına?
Ama
şimdi göremiyorum onların hiçbirini,
sinmişler
arslan karşısında köpekler gibi."
Troyalılar
dönüp Akhalara karşı duruyorlar. Sarışın tanrıça Demeter
azgın rüzgar altında buğdayı kepekten ayırdığında kepek
yığınları nasıl bembeyaz olursa, arabacılar döndüklerinde
atların ayakları altından tunçtan göklere yükselen tozlara
Akhalar öyle bulanıyor.
Argos
ve Mykene kralı Atreusoğlu Agamemnon Troyalılara karşı hiç
kımıldamadan duran Danoların arasına giriyor, kalabalığı
dolaşıyor, buyuruyor:
"Erkek
olun dostlar, erkek olun,
bırakmayın
karşı koyma gücünüzü,
çetin
savaşlarda birbirinizi utandırın,
utanan
insanlarda sağ kalanlar ölülerden çoktur,
kaçanlarınsa
ne karşı koyma gücü kalır, ne ünü."
Homeros
Akhaların, Danaoların, Troyalıların, Lykialıların, dört bir
yandan gelip savaşa tutuşan yiğitlerin yaşam ve ölüm öykülerini
anlatmayı sürdürüyor:
"Aineias
da avladı Danaoların yiğit erlerini,
Diokles'in
iki oğlu Kreton'la Orsilokhos'u,
babaları
düzenli Phere'de otururdu,
vardı
bir sürü malı mülkü,
Pylos
topraklarında yayıla yayıla akan
Alpheios
Irmağından gelmeydi soyu."
"Amphios,
Paisos'ta otururdu.
tarlası
vardı, bir hayli de malı mülkü,
Priamos'la
oğullarına yardım etsin diye getirmişti, kader onu,
Telamonoğlu
Aias vurdu onu kemerinden,
saplandı
uzun gölgeli kargı göbeğin altına.
küttedek
toprağa düştü."
"İşte
böyle zorluk çekiliyordu azgın savaşta."
Tlepolemos
Lykialıların danışmanı Sarpedon'a niye geldiğini, zorunun ne
olduğunu sorup anlatıyor:
"Yiğit
babam Herakles nerde, sen nerdesin.
Bir
zamanlar, Laomedon'un atları uğruna
altı
gemiyle buraya gelmişti o,
çok
az adam vardı yanında,
İlyon'u
altüst etmiş, sokaklarında insan komamıştı.
Oysa
senin yüreğin hepten kof,
bu
yüzden adamların yok olup gidiyor işte."
Zeus'un
oğlu Sarpedon Hektor'u görünce seviniyor:
"Priamosoğlu,
bırakma beni, yem olmayayım Danaolara,
madem
evime, sevgili baba toprağıma dönmek yok,
madem
sevgili karımı, yavrumu sevindirmek yok,
koru
beni, ömrüm sizin ilinizde sona ersin varsın."
Argoslulara
saldırmak için can atan Hektor bir şey demeden geçip gidiyor.
Onun yumruğu altında ezilen Argoslular ne dönüp karanlık
gemilerine kaçabiliyorlar, ne de savaş alanına saldırabiliyorlar.
Ares'in Troyalılarla bir olduğunu görüp geriliyorlar, pusuyorlar.
Zorlu
savaşta Argosluların kırıldığını gören ak kollu tanrıça
Here gök gözlü tanrıça Athene'ye kanatlı sözlerle sesleniyor:
"Eyvah,
Kalkanlı Zeus'un gücü tükenmez kızı,
göz
yumarsak uğursuz Ares'in çılgınlık etmesine,
Menelaos'a
boşuna söz vermiş olacağız.
Güzel
surlu İlyon'u yok edip yurduna dönecekti o.
Gel
takınalım saldırma gücümüzü."
Athene
altın alınlıklı atları arabaya koşup işe koyulurken Here
Olympos'un en sivri yerinde bulduğu tanrıların en ulusu Kronosoğlu
Zeus'a soruyor:
"Zeus
baba, kızmıyor musun Ares'in bu zorbalığına?
Akhaların
bir sürü iyi erlerini yok etti körükörüne,
ne
sağı var onun, ne solu.
Ben
üzülüp dururken burada,
Kıbrıslı
tanrıçayla Apollon, gümüş yaylı,
bu
hak bilmez akılsız tanrıyı salıyorlar savaşa,
kendileri
de yaşıyorlar keyiflerince.
Bir
tokat aşkedip, savaştan atarsam Ares'i
gücenir
misin bana, Zeus baba, söyle."
Zeus'tan
aldıkları izinle yola koyuluyorlar:
"Tanrıçalar,
Argoslulara yardım için can atarak
ürkek
güvercinler gibi gidiyorlardı seke seke.
Gelip
durdular en çok yiğit nerede varsa.
Kral
Diomedes'in çevresini sarmıştı yiğitler,
çiğ
et yiyen arslanlar gibiydi onlar,
güçlü
yabandomuzları gibiydiler."
Argosluları
kışkırtıp savaşma gücü veriyorlar:
"Utanın
Argoslular, utanın be,
görünüşte
alımlı, gösterişlisiniz ama
aşağılık,
korkak heriflersiniz gerçekte.
Tanrısal
Akhilleus savaştayken, Troyalılar,
çıkamazdı
Dardanos kapılarından dışaı,
ödleri
kopardı onun amansız kargısından.
Şimdiyse
çıkmışlar kentin dışına,
koca
karınlı gemilerin yanında savaşmadalar."
Tanrıçaların
destek verdiği Argoslularla Troyalılar çarpışırken savaş
tanrısı Ares de Pallas Athene'nin yönelttiği kargıyla karnından
yaralanıyor:
"Ares
kavgasına tutuşmuş dokuz on bin kişi,
savaşta
nasıl bağırır çağırırsa,
tunç
Ares de öyle bağırdı.
Akhalarla
Troyalıları yakaladı bir titreme."
Ares
çabucak Tanrılar evi sarp Olympos'a varıyor, Kronosoğlu Zeus'un
yanına oturuyor, canı yanıyor, çok acı çekiyor, yarasından
akan ölümsüz kanı gösterip kanatlı sözlerle yakınıyor:
"Bu
zorbalıklara kızmıyor musun Zeus baba,
biz
tanrılar, en dayanılmaz acıları
hep
de birbirimizden çekeriz,
insanların
gönlü olsun diye."
Bulutları
devşiren Zeus yan yan bakıp diyor ki:
"Böyle
ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek,
Olympos'ta
oturan tanrılar arasında
benim
en iğrendiğim tanrısın sen,
hep
hırgür, kavga, savaş işin gücün,
ele
avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
anandan
gelme sana, Here'den,
ben
de ona zorla dinletirim sözümü,
onun
öğütlerinden geldi başına, ne geldiyse." (69)
İnsanlar
dünyasında savaş ve yaşam sürüyor:
"Kadınlar
yalvarırken büyük Zeus'un kızına,
Hektor,
Aleksandros'un güzel evine yürüdü.
Bereketli
Troya'nın en iyi ustalarıyla
Aleksandros'un
kendisi yapmıştı bu evi.
Ustalar,
oturma ve yatak odaları,
bir
de avlu yapmışlardı Paris'e.
Priamos'la
Hektor'unkilerin tam yanıbaşındaydı.
Zeus'un
sevdiği Hektor girdi eve,
on
bir dirsek boyunda kargısı elindeydi,
tunç
temren dolanmıştı altın bir halkayla,
önünde
dörtbir yana ışıklar saçıyordu.
Yatak
odasında buldu Paris'i,
güzel
kalkanını, zırhını parlatıyordu,
yokluyordu
kıvrık yayını.
Argos'lu
Helene, köle kadınların ortasında oturmuştu,
ince
el işleri yaptırıyordu hizmetçilere." (70)
Hektor
sonra düzenli evine gidiyor, ak kollu Andromakhe'yi bulamıyor,
hizmetçilerden karısının İlyon'un büyük kalesine çıktığını
öğreniyor. Dışarı fırlıyor, düzgün sokaklardan gidip koca
ili geçiyor, Batı kapılarına varıyor, tam ilin dışına
çıkacakken armağanı bol karısı soluk soluğa önüne çıkıyor.
Andromakhe'nin yiğit yürekli Eetion'un kızı olduğunu, Eetion'un
ormanlık Plakos'un eteğindeki Thebe'de oturduğunu ve Kilikialı
adamlara hükmettiğini öğreniyoruz. Arkasında memedeki
yavrucağızı kucağında taşıyan dadı, Andromakhe Hektor'u
karşılıyor. Hektor çocuğuna bakıp gülümsüyor. Andromakhe
yanında ağlayıp duruyor:
"Ah
kocacığım, bu hırs yiyecek seni,
yavruna,
talihsiz karına acıma yok sende,
dul
kalmama, biliyorum, az gün var,
Akhalar
üstüne saldırıp öldürecekler seni.
Sensiz
kalmaktansa toprak yutsun beni daha iyi."
Andromakhe'nin
ağzından Homeros bir çırpıda onun Akhilleus'un öldürdüğü
babasının ve yedi erkek kardeşinin öykülerini anlatıveriyor.
(71)
İlyada'nın
öyküsü yerde ve gökte sürüyor. İnsanlar göğe çıkamıyor
ama tanrılar savaşın katına inip katılabiliyorlar. Gök gürleten
Zeus, sarı rubalı Şafak yeryüzüne yayılırken çok doruklu
Olympos'un en yüksek yerinde tanrılar kurultayını açıyor. Büyük
gücünü, tanrıların ve tanrıçaların hep birden sarkıtacağı
halatı çekerse onların hepsini, toprak ve denizle birlikte yukarı
alıvereceğini anlatıyor. Diğerleri ağzı açık kalıyor.
Akhalar barakalarında çarçabuk yemek yer yemez silahlarını
kuşanıyorlar. Troyalılar da kentlerinde hazırlanıyorlar, daha
azlar ama hepsinin içi gidiyor. Karıları ve çocukları için bu
kavga. Kapılar açılıyor, ordu fırlıyor. Yayalar, atlılar
derken bir gürültü, bir uğultu. Kutsal gün yeryüzünü
kaplıyor. İki yandan kargılar hedefe vuruyor, iki yandan erler
düşüyor. (72)
"Hektor,
güzel yeleli atlarını koşturdu bir o yana bir bu yana,
gözlerinde
Gorgo'nun bakışı vardı,
insanların
başbelası Ares'in bakışı."
Here
Athene'ye dönüyor:
"Eyvah,
Kalkanlı Zeus'un kızı,
bak
nasıl kırılıp gidiyor Danaolar.
Bir
şeycik yapamaz mıyız onlara şu sıra,
bir
adamın eli altında bitirsinler mi ömürlerini?
Şu
Priamosoğlu Hektor'un öfkesi de
dayanılır
şey değil hani.
İşledi
durdu nice kötülükler." (73)
Bereketli
toprağın üzerine kapkara gece serilince Hektor Troyalıları bir
araya topluyor. Argosluları ve kıyıdaki gemilerini karanlığın
kurtardığını söyleyip kara geceye boyun eğmelerini istiyor:
"Hep
ateş yakalım gün ağarana dek,
aydınlıklar
vursun ta göklere,
gür
saçlı Akhalar fırsat bilmesinler geceyi,
denizin
yaygın sırtında kaçamasınlar,
savaşmadan
rahatça binemesinler gemilerine,
vurulsunlar
okla, ya da sivri kargıyla, evlerinde bile unutamasınlar acısını.
Troyalılara
kan ağlatan savaşı getirmeye
bundan
böyle hiç kimse yanaşamasın." (74)
Binlerce
ateşin her birindeki elli adam, büyük bir ordu, günün ışımasını
bekliyor:
"ateşler
de İlyon önünde,
gemilerle
Ksanthos Irmağı arasında,
işte
tıpkı öyle yanıyordu.
Binlerce
öbek ateş parlıyordu ovada.
Elli
adam vardı çevresinde her öbeğin.
Atlarsa,
arabaların yanında, ayakta,
ak
arpa, yulaf yiyerek
bekliyorlardı
altın tahtlı şafağı." (75)
İlyada'nın
her satırında yeni bir bilgi, özgün bir anlatım bulunabiliyor:
"Derken
gür naralı Diomedes söz aldı, dedi ki:
'Önce
sana çatacağım Atreusoğlu,
ey
kral, darılmaca falan yok,
toplantıda
bize verilen hak bu.' " (76)
"Yürek
donduran kardeş kavgasını seven adam
saygısızlık
eder soyuna, düzene, ocağına." (76)
"Yenilip
içilince doyasıya,
yaşlı
Nestor dokumaya başladı kafasındakileri.
Üstün
görünürdü onun fikri herkesinkinden.
Düşüne
taşına başladı söze, dedi ki:
'Erlerin
başbuğu Agamemnon, ünlü Atreusoğlu,
seninle
başlayıp seninle bitireceğim sözümü,
Buyruğunda
bir yığın halk var,
değneği,
yasaları verdi Zeus senin eline
yönetesin,
çekip çeviresin diye halkı.
Nasıl
söylemen gerekse dinlemen de gerek,
yürekten
bir öğüt verirse sana biri,
en
önce sen getirmelisin onu yerine,
sonunda
senin malın olacak o öğüt nasıl olsa." (77)
Erlerin
başbuğu Agamemnon vereceği armağanları sayıyor, ateşe değmemiş
yedi tane üçayak, on külçe altın, yirmi tane pırıl pırıl
leğen, ödül kazanmış on iki sağlam ayaklı at ve elleri her işe
yatan güzellikte üstün yedi Lesbos'lu kadın. (78)
"vardılar
Myrmidonların barakalarına, gemilerine,
buldular
orada Akhilleus'u,
çalgısını
çalıyor inceden inceden,
gönlünü
eğlendiriyordu.
Güzel
işlenmiş bir çalgıydı bu,
üstünde
köprüsü gümüştendi,
Eetion
ilini yıktığı gün almıştı kendine,
eğlendiriyordu
onunla gönlünü
yiğitlik
türküleri söyleye söyleye.
Patroklos
oturmuş karşısında, ses çıkarmadan,
bekliyordu
bitirsin, diye türküsünü." (79)
"Haydi
Akhilleus, Zaus'un kızlarına saygı göster,
o
saygı baş eğdirir soylu kişilere.
Armağanlar
vermeseydi Atreusoğlu,
vereceklerini
bir bir sayıp dökmeseydi,
sana
kızgın kalsaydı eskisi gibi,
diyemezdim
öfkeni at bir yana,
ocağına
düşen Argosluları koru." (80)
Telemanoğlu
Aias Agamemnon'un armağanlarını Akhilleus'a bildiriyor:
"Tanrılar
kötü bir yürek koymuş göğsüne,
hem
de bir tek kız için topu topu.
Oysa
en seçkin yedi kız veriyoruz sana,
veriyoruz
daha bir sürü şeyler." (81)
"Akhilleus
uyudu sağlam barakanın dibinde,
bir
kadın uzanmıştı yanına,
güzel
yanaklı Diomede, Phorbas'ın kızı,
Akhilleus
getirmişti onu Lesbos'tan.
Patroklos
da yatıyordu öbür dipte,
güzel
kemerli İphis vardı yanında,
Akhilleus
vermişti ona o kadını
Enyeus
ili sarp Syros alındığında." (82)
Agamennon
Troyalılar'ın, Hektor da Akhalar'ın durumunu öğrenmek için
gözcü gönderiyorlar:
Gür
naralı Diomedes söz alıp diyor ki:
"Yiğit
yüreğim bak ne diyor, Nestor,
şurdaki
Troya ordusuna hadi dal, diyor,
hadi
karış, diyor düşmanın içine.
Ama
bir adam daha gelmeli benimle,
daha
rahat olur o zaman içim,
kendime
daha çok güvenirim." (83)
Agamemnon
birlikte gideceği kişiyi kendisinin seçmesini istiyor. Gür naralı
Diomedes kararını veriyor:
"Madem
buyurdun arkadaşımı ben seçeyim,
tanrısal
Odysseus'u nasıl tutarım gözden uzak,
her
zora dayanır onun yüreği,
Pallas
Athene de onu sever, sayar,
ateş
içinden onunla geçer gideriz,
yol
yordam bilen bir tek o var." (84)
Hektor
da bırakmıyor Troyalılar uyusunlar, tekmil yiğitleri çağırıp
topluyor. Dolon ses veriyor.
"Orda
Dolon denen bir adam vardı,
tanrısal
haberci Eumedes'in oğluydu,
çok
altını vardı Dolon'un, çok tuncu,
görünüşü
çirkindi, ama ayakları tezdi.
Beş
kız kardeş arasında tek erkekti o.
Kalktı,
Troyalılara, Hektor'a dedi ki:
'Yiğit
yüreğim bak bana ne der, Hektor,
tezgiden
gemilerin yanına var, der, haber al.' " (85)
Savaşın
belirtileri hep sürüyor:
"Şafak
yatağından, şanlı Tithanos'un yanından kalktı,
Ölümsüzleri,
insanları ışığa boğacaktı.
Zeus,
Kavga'yı yolladı Akhaların tezgiden gemilerine,
korkunç
Kavga'nın elinde savaşın belirtisi vardı." (86)
"Mutlu
bir adamın, buğday, arpa tarlasında,
orakçılar
karşılıklı sıra olur yürürlerse nasıl,
biçip
biçip yere düşürürlerse sarı başakları,
Troyalılarla
Akhalar birbirlerine öyle saldırdı." (87)
Savaşın
öyküsü, ölümün öyküsüdür. Dört bir yanda süren yaşamların
saldırgan kralların ve acımasız tanrıların buyruğuyla Troya'da
tutuştukları Ares'in kavgasıdır. İlyada, ölümün soğukluğunun
ardında saklı yaşam öyküleriyle doludur:
"İphidamas
zırhının altından, kuşağından vurdu onu,
bastırdı
silahını, güvendi ağır eline,
ama
delemedi alacalı kemeri,
temren
dayandı gümüşe, büküldü kurşun gibi.
Gücü
yaygın Agamemnon eliyle yakaladı kargıyı,
kızgın
bir arslan gibi çekti kendine doğru,
İphidamas'ın
elinden çekti aldı.
Sonra
vurdu ensesine kılıcıyla, cansız kodu.
İphidams
yıkıldı oracığa,
zavallıcık,
savunurken yurdunu,
kızoğlankız
aldığı karısından uzakta
dalıverdi
tunç gibi ağır bir uykuya.
Karısına
çok şeyler vermişti o,
ama
doyamamıştı karıcığına,
ilk
ağızda yüz tane sığır vermişti,
vereceğim
demişti daha bin tane,
otlaktaki
sürüler, keçilerle koyunlar da caba." (88)
"Az
sonra bir arabayla iki eri ele geçirdiler.
Bunlar
Perkote'li Merops'un oğullarıydı,
halkın
en üstün yiğitleriydiler.
Merops
bilicilikte geçerdi herkesi,
oğullarını
kanlı savaşa bırakmak istememişti.
Ama
onlar babalarını dinlemediler,
gittiler
kara ölüm tanrıçalarının peşisıra.
Ünlü
kargıcı Diomedes, Tydeusoğlu,
ikisini
de yürekten, candan etti,
parlak
silahlarını soydu aldı." (89)
Savaşta
üstünlük Akhalarla Troyalılar arasında gidip gelir. Agamemnon'a
kızıp kenara çekilen Akhilleus kavganın dışında kaldıkça,
Kronosoğlu Zeus önlerini açmadıkça Akhalar zafer kazanamazlar.
Akhilleus olup bitenleri bir yandan izler, arkadaşı Patroklos'u
durumu öğrenmesi için gönderir. Patroklos kapıda göründüğünde
Nestor ve arkadaşları masadadır:
"Durdular
deniz kıyısında yele karşı,
gömleklerini
ıslatan teri soğuttular.
Sonra
girdiler barakaya, iskemlelere oturdular.
Güzel
saçlı Hekamede bir karma içki hazırladı.
Akhilleus'un
Tenedos'u yakıp yıktığı gün,
Nestor,
Tenedos'tan alıp getirmişti Hekamede'yi,
ulu
yürekli Arsinoos'un kızıydı Hekamede,
Akhalar
Nestor'a seçmişlerdi onu,
Nestor
dernekte herkesten üstündü.
Kadın
önce bir masa çekti önlerine,
güzel
bir masa, göktaşından, cilalı,
üstüne
tunçtan bir kap koydu
bir
de içkiye katık olacak soğanla sarı bal,
yanına
da kutsal buğdaydan yapılmış ekmek koydu,
bir
de iki ayaklı çok güzel bir kupa.
Altın
kakmalıydı kupanın üstü,
kulpu
vardı tam dört tane,
gagalıyordu
her kulpu altından iki kumru." (90)
Nestor
Patroklos'un sorusuna uzun uzun karşılık verir.
"Zeus'un
ağzından ulu anasının getirdiği
alınyazısından
kaçmak isterse yüreğinde,
durmasın,
ileriye seni salsın,
Myrmidonların
öbür ordusu da gelir arkandan,
bakarsın
Danaolara bir ışık doğuverir." (91)
Yüreği
göğsünde oynayan Patroklos koşmaya başlar. Tanrıların ve
insanların karıştığı savaş bir yandan acımasızlığıyla
sürer. Zeus Troyalılarla Hektor'u gemilerin yanına getirir, onları
orada acılarla baş başa bırakıp ışıltılı gözlerini
uzaklara çevirir. At besleyen Trakyalıların toprağına, göğüs
göğüse dövüşen Mysialılara, sütle beslenenşanlı
Hippemolgolara, insanların en doğruları Abiolara bakar. Bir
ölümsüzün artık Troyalılarla Danaolara yardıma gidemeyeceğine
inanır, ama yeri titreten güçlü tanrı birdenbire sarp kayalardan
aşağılara iner:
"Koca
dağlar, ormanlar tir tir titredi
ölümsüz
ayakları altında Poseidon'un.
Üç
adım attı, vardı Aigai'ya dördüncü adımda.
Ünlü
bir evi vardı Aigai'da, denizin dibinde,
tekmil
altındandı bu ev, pırıl pırıl,
hiç
eskimezdi, yok olmazdı."
Poseidon
denizin dibinden çıkarak Argosluları kışkırtır, önce
Aias'lara, iki ateşli yiğide seslenir:
"Aias'lar,
siz kurtarın Akha ordusunu,
haydi
durmayın, can verin saldırma gücünüze,
yürekleri
donduran bozgunu çıkarın aklınızdan." (92)
Toprağı
kuşatan, yeri sarsan tanrıyı çevik ayaklı Oileusoğlu Aias
tanır:
"Hey
Aias, bilici kılığına girmiş bir tanrıdır
bize
gemilerin yanında dövüşmeyi buyuran,
Olympos'ta
oturan tanrılardan biri,
Kalkhas
değil o, tanrılara danışan bilici değil.
Uzaklaşırken
kolayca arkadan tanıdım onu,
ayaklarıyla
bacaklarının gidişi tanrı gidişi.
Tanrıları
tanımak pek de zor değil öyle." (93)
Homeros
savaş çabaları karşısında acınmayan insan varsa yüreğinin
taştan olduğunu söylüyor:
"Harlayan
boralarla kasırgalar burgaçlanır da hani,
yollarda
toz topraktan göz gözü görmezse nasıl,
yel
nasıl toprağı çevirirse kocaman bir buluta,
savaş
da öyle oluvermişti, tıpkı bir insan yığını.
Can
atıyorlardı sivri kargılarıyla birbirlerini öldürmeye.
İnsanları
yok eden savaş ürperiyordu,
ellerde
tutulan keskin uzun kargılarla.
Yığın
yığın ilerliyordu ordular, tolgaların tunç ışıltılarından
gözler kamaşıyordu,
yeni
parlatılmış zırhlardan, parlak kalkanlardan.
Varsa
bu çaba karşısında sevinen, acınmayan,
taştandır
yüreği o insanın." (94)
İlyada'da
Akhalar Troya'yı kuşatıyor. Azra Erhat'ın yorumuna göre Homeros,
destanı Akhaların torunlarına anlattığı için onların duymak
isteyeceği biçimde dile getiriyor. Erhat yine de Homeros'un
Troyalılar'a olumlu bakışının gözden kaçmadığını söylüyor.
Troyalılar kentlerini savunuyorlar, ama Akhaların gemilerinin
yanına giderek saldırıyorlar da. Menelaos'un sözleri de kazanan
yanın duymak istedikleri için kurgulanmış olabilir:
"Dönün
geri, saygısız Troyalılar, işte böyle,
bırakın
çevik atlı Danaoların gemilerini,
korkunç
savaş çığlıklarına hiç doymadınız,
kalmadı
bize yapmadığınız tek kötülük,
nasıl
da yaktınız benim canımı, pis köpekler,
gürleyen
Zeus'un ağır öfkesinden hiç korkmadınız,
konukları
koruyan Zeus bir gün yok edecek ilinizi.
Alıp
götürdünüz asıl karımı, bir süre malımı,
oysa
karım size iyilik ettiydi, sizi konukladıydı.
Şimdiyse
aklınız fikriniz yok edici ateşte,
işiniz
gücünüz denizler aşan gemilerimizi yakmak,
insanları
yemek, Akha yiğitlerini tepelemek.
İstediğiniz
kadar susayım savaşa,
bir
gün duracaksınız, soluğunuz kesilecek.
Zeus
baba, akıldan yana en üstünsün derler sana,
insandan
da üstünsün derler, tanrıdan da,
ne
gelirse senden gelir, senden olur ne olursa,
ama
aklım ermez şunlara üstünlük bağışlamana.
Bunlar
tanrı yolundan çıkmışlar bikere,
canlara
kıyan savaşa doymak bilmezler.
Her
şeyden bıkar insan, ama her şeydeni
uyumaktan,
sevişmekten, tatlı türküden, horadan,
savaştan
çok bunları özlemez mi kişi?
Ama
Troyalılar bir türlü doymak bilmez savaşa." (95)
Öte yandan, insanların acıları ve seçimleri İlyada'da her an karşımıza çıkıyor. Bilici Polyidos'un oğlu Eukhenor varlıklı, iyi bir adam. Evi Korinthos'ta. Gemiye korkunç ölümünü bile bile binip geliyor. İyi yürekli yaşlı Polyidos'un haber verdiği iki ölümden kolay olanını seçiyor. Babası ya kötü bir hastalıkla sarayında eriyip gideceğini, ya da Akha gemileri arasında Troyalıların silahlarıyla can vereceğini söylüyor. O da amansız hastalıktan kaçıp geliyor, yüreğinde acı çekmek istemiyor. (95)
Üstünlük
ve ölüm iki yan arasında gidip geliyor. Troyalılar okların,
taşların altında bunalıp gemilerden, barakalardan uzaklaşacağı
sırada Pulydamas, Hektor'a akıl veriyor:
"Sen
kendine mal edemezsin her üstünlüğü,
tanrı
üstünlüğü kimine savaşta verir,
kimine
oyunda, çalgı çalmada kimine türkü söylemede,
kiminin
de göğsüne üstün bir düşünme gücü koyar,
çok
adam yararlanır ondan,
bu
güçle kurtarır birçok insanı,
en
çok da kendi bilir değerini bunun." (96)
Hektor,
güzel saçlı Helene'nin kocası Aleksandros'u gözyaşı döktüren
savaşın sol yanında, arkadaşlarına yürek verir, savaşa
zorlarken buluyor. Yanına varıp azarlıyor. Aleksandros da karşılık
veriyor:
"Seni
alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın,
seni
ırz düşmanı seni!
Söyle
bakalım, Deiphobos'la güçlü önder Helonos nerede,
nerde
Aiosoğlu Adamas, Hyrtakes'in oğlu Asios, Otyrneus nerde?
Şu
anda yıkıldı yüksek İlyon temelinden,
şu
anda açıldı senin önünde ölüm uçurumu." (97)
"Hektor,
öfkenden suçluyorsun suçsuz adamı.
Bir
gün ben savaştan kaçacak olmuştum, ama
şimdi
kaçmam, anam beni büsbütün korkak doğurmadı.
Yola
çıkıp savaşın en kızgın yerine geliyorlar. Aias büyük
adımlarla yürüyüp sesleniyor, meydan okuyor. Hektor karşılık
veriyor. Yolu açıp yürüyor. Öbürleri arkasından geliyor. İki
ordunun naraları göklere çıkıyor, yukarlara, Zeus'un ışınlarına
ulaşıyor. (98)
Tanrılar
ne yapmak istiyorlar? Bu soruya bir yanıt bulmak kolay değil.
İnsanlarla oynuyorlar mı, onların da karşı koyamadıkları bir
kaderleri mi var? Niçin Olympos'ta güçlerinin verdiği rahatlıkla
barış içinde yaşamıyorlar da sürekli çatışıp duruyorlar?
Here Danaolar için Zeus'un öfkesini üzerine çekmeyi nasıl göze
alabiliyor?
"Düşünüp
duruyordu inek gözlü ulu Here,
nasıl
çelebilirim diyordu Kalkanlı Zeus'un aklını.
Derken
en iyi yol şu göründü gönlüne:
Süslenip
püslenip İda'ya gidecekti,
belki
Zeus onu koynuna alıp sevişmek isterdi,
o
zaman dökerdi üstüne ılık, tatlı uyhuyu,
gözkapaklarını,
düşünen aklını örterdi."
Here
oğlu Hephaistos'un ona yaptığı odada hazırlanıyor. Gövdesindeki
kirleri tanrısal merhemle siliyor. Tanrılara yakışan, göklere
tapınaklara yayılan kokulu yağla öğunuyor. Elleriyle saçlarını
tarıyor. Pırıl pırıl, tanrısal örgülerini örüyor. Sonra
üstüne Athene'nin süslerle bezeyip işlediği tanrısal bir giysi
giyiyor. Göğsünü altın iğnelerle tutturuyor, yüz püsküllü
bir kemer kuşanıyor. İyice delinmiş kulak memelerine dut kadar
iri üç taşlı küpeler takıyor. Başını yepisyeni, gün gibi
apak, güzel bir örtüyle örtüyor. Parlak ayaklarına güzel
sandallar bağlıyor. Tepeden tırnağa süslenip odasından çıkıyor.
Aphrodite'den yardım istiyor. Tanrıların atası Okeanos'la ana
Thetys'ü görmeye gittiğini, epey zamandır birbirlerinden uzak
durup sevişmediklerini, yüreklerine öfke ve kin girdiğini, tatlı
konuşup gönüllerini alarak yatağa girip sevgiyle birleşmelerini
sağlarsa adını saygıyla anacaklarını söylüyor:
"Senden
şu sevgi, şu alım var ya,
yani
şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin,
işte
onları bana ver bugünlük." (99)
Aphrodite
göğsünden nakışlı memeliğini, alacalı bulacalı bir kordeleyi
çözüyor. "Alımlı ne varsa onun içindeydi, sevgi onun
içindeydi, istek onun içinde, en akıllı insanı ayartan aşk onun
içinde" diye anlatılan bu tanrısal simgeyi Here'nin eline
veriyor, konuşuyor, diller döküyor:
"Al
işte, sar bu memeliği göğsüne,
her
şey işlenmiş bunun içine, ama her şey,
ben
de sana ne derim bak, inan bana,
taş
çatlasa dileğin yerine gelecek."
Here
sivri Olympos'tan aşağıya fırlıyor, hızlı Thoas'ın kenti
Lemnos'a varıyor. Orada Ölüm'e, Uyku'nun kardeşine rastlıyor.
Uyku'nun elini tutuyor, sesleniyor, diller döküyor:
"Tekmil
tanrıların, insanların efendisi, Uyku,
eskiden
beni nsaıl dinlediysen, şimdi de dinle,
gelecek
günlerde unutmam bu iyiliğini,
Zeus'un
kaşları altında parlayan gözlerine dök uykuyu,
bana
sevgiyle sarılır sarılmaz uyusun," (100)
İlyada,
tanrıların ve insanların savaş oyunlarıyla sürüyor. Üstünlük,
güç oradan buraya gidip geliyor. Tanrıların babası Zeus'un bile
her istediğini yapacak özgürlüğü yok. O bile oğulları ve
kızları, tanrıların sevdikleri ve sevmedikleri insanlar
arasındaki dengeleri anlamaya, korumaya çalışıyor. Here'yle başa
çıkmakta az zorlanmıyor.
Bir
sürü insan çitleri, hendekleri atlayarak kaçıyor, Danaoların
elinden can veriyorlar. İda'nın doruklarında Zeus uyanıyor,
Troyalıları Akhaları, yere uzanmış kara kan kusan Hektor'u görüp
ona acıyor. Here'ye korkunç bir bakışla bakıp çıkışıyor:
"Amma
da düzen kurdun, yola gelmez Here,
savaş
dışı ettin tanrısal Hektor'u,
uğrattın
orduyu bozguna.
Bu
kötülüğün meyvesini sen toplayacaksın önce,
seni
bir güzel pataklayayım da gör.
Unuttun
mu seni havalara astığım günü,
bir
örs bağlamıştım ki ayağına,
çözülmez
bir altın zincir vurmuştum ellerine,
asılı
kalmıştın havalarda bulutlar arasında," (101)
İnek
gözlü ulu Here donakalıyor, sonra dile geliyor:
"ant
içiyorum senin kutsal başın üstüne,
kızoğlankız
girdiğim yatağımızın üstüne,
boşuna
ant içmem ben onun üstüne hiçbir zaman,
benim
isteğimle hırpalamıyor
Troyalılarla
Hektor'u Poseidon, yeri sarsan,
benim
isteğimle desteklemiyor ötekileri,
gönlü,
yüreği öyle istiyor herhal,
gemileri
yanında bitkin Akhalara acımış olacak.
Ama
ben öğüt vereyim gene ona,
kara
bulutlu tanrı, gitsin senin buyurduğun yere." (102)
Tanrıların
babası gülümsüyor, kanatlı sözlerle karşılık verip Here'nin
gidip tanrılara karışmasını, onları çağırmasını, Kral
Poseidon ve Hektor'a istediklerini yaptırmasını söylüyor. Ak
kollu tanrıça Here onu dinleyip yola koyuluyor, uçup uçup sarp
Olympos'a varıyor, ölümsüz tanrıları Zeus'un sarayında toplu
bulup "sarsılmış gibisin, kocan Kronosoğlu my korkuttu
seni?" diyen Themis'e anlatıyor:
"Sen
kendin de bilirsin,
ne
taşkın, ne katıdır onun yüreği.
Aç
bakalım tanrıların eşit pay aldığı şöleni,
bütün
tanrılarla birlikte öğreneceksin sarayında
ne
kötü işler kuruyor Zeus, ne kötü işler,
kimsenin
yüreğini sevindirmeyecek bu haber,
ne
insanların, ne de şölende güzel güzel oturan tanrıların."
(103)
Here,
ölümsüz tanrıların arasında güçten yana en üstün olanın
Zeus olduğunu, hepsinin başına bir türlü bela getirdiğini,
şimdi de acı çekme sırasının Ares'te olduğunu söylüyor. Ares
oğlu için dövünüyor:
"Olympos'ta
oturan tanrılar, ayıplamayın beni
öcünü
almaya gidersem öldürülen oğlumun,
gidersem
Akha gemilerine doğru.
Gideceğim,
kaderinde Zeus'un yıldırımıyla vurulmak olsa da,
kanın,
tozun toprağın içinde yatmak olsa da, ölülerle yan yana."
Böyle
deyip Korku'yla Bozgun'a atlarını bağlamalarını buyuruyor.
Kendisi de pırıl pırıl silahlarını kuşanıp hazırlanıyor.
Athene onu durdurarak Zeus'un ölümsüzlere karşı öfkesinin çok
daha büyük, korkunç olmasını önlüyor:
"ne
istersin, belalar mı yağdırmak istersin başına,
zorla
Olympos'a dönersen halin ne olur,
üstelik
tekmil öbür tanrıların derde girecek başı.
Zeus
ossaat bırakacak ulu canlı Troyalıları, Akhaları,
koşup
gelecek Olympos'a, getirecek altımızı üstümüze,
yakalayacak
rastgele suçluyu, suçsuzu.
Oğlun
öldü, ama bastır derim sana öfkeni."
Sözlerini
"çok zor insanoğullarını ölümden korumak" diye
bitiriyor.
Haberci
İris yeri sarsan tanrı Poseidon'un yanına gidip diyor ki:
"Toprağı
sarsan mavi yeleli tanrı,
Kalkanlı
Zeus'un ağzından bir haber getirdim sana ,
son
versin, diyor, savaşa dövüşe,
karışsın
tanrılara, diyor, ya da girsin tanrısal denize."
Öbür
tanrıların Zeus'tan ödü koparmış. Oysa Ares kendini onunla bir
tutarmış, çekinmezmiş. Ares hem güçte çok üstün, hem yaşça
da büyük olan Zeus'un sözünü dinlemeyip direnirse Zeus yüz yüze
savaşacakmış. Ares bunu duyunca çok öfkeleniyor:
"Yiğitliğine
yiğittir, bilirim onu,
ama
beni küçümsemek ne oluyor, eşitim ben onunla,
bana
zorla baş eğdirecek olan o mu?
Kronos'tan
doğma üç kardeşiz bizler,
Rhea
doğurdu Zeus'u, beni, ölülere hükmeden Hades'i,
dünya
üçe bölündü, üçümüz de aldık payımızı,
kurra
çekildi, köpüklü deniz düştü bana
her
zaman orda oturayım diye,
sisli
karanlıklar ülkesi düştü Hades'in payına,
Zeus'a
bulutlar arasındaki engin gök düştü.
Ama
toprakla koca Olympos'ta herkesin payı var,
bu
yüzden yaşamam ben Zeus'un keyfince,
gücü
varsa, rahat otursun kendi payında, ülkesinde,
korkutmasın
elleriyle, alçak yerine komasın beni." (104)
Tanrılar
tartışıyor, Akhalar ve Troyalılar savaşıyor, güç kime
verilirse o yan üstün gelmeye başlıyor, tanrılar kendi
takımlarını korumaya çalışıyor, Homeros yaşananları tüm
ayrıntılarıyla anlatıyor:
"Gemiler
önünde çetin savaş hızlandı yenibaştan,
öyle
bir ateşle boğuşuyorlardı, öyle kıyasıya ki,
yorgunluk,
bezginlik nedir bilmez derdin bu adamlara.
Şöyle
düşünüyorlardı savaşırken:
Akhalar
öleceğiz diyorlardı, savamayacağız belayı,
Troyalılarsa
umut besliyorlardı yüreklerinde,
yakacağız,
diyorlardı, gemileri, yok edeceğiz Akha yiğitlerini." (105)
Patroklos
Akhilleus'un yanına geliyor:
"Sıcak
gözyaşları döküyordu Patroklos,
sarp
bir kayadan kar suyunu nasıl akıtırsa bir kaynak."
Bu
üzüntüyü gören Akhilleus acıyor, kanatlı sözlerle sesleniyor:
"Ne
diye ağlıyorsun, Patroklos, küçücük bir kız gibi,
anasının
yanında yürür eteklerine sarılır hani,"
Patroklos
Akhilleus'tan Akhalara bu kadar acıdığı için ona kızmamasını
istiyor:
"Eskiden
en yiğit olanlar bile yatıyor şimdi,
gemilerin
arasında ya ölmüş ya da yaralı." (106)
Hekimlerin
ellerinde ilaçlarla yaralı Diomedes'in, Agamemnon'un, Eurypylos'un
çevresinde dört dönerek yaralarını iyi etmeye çalıştığını
söylüyor. Yüreğine girmiş öfke için Akhilleus'a sesleniyor:
"Korkunç
Akhilleus, ne sarsılmaz yüreğin varmış senin,
istemem,
hiçbir zaman girmesin yüreğime öfkenin böylesi,
savmazsan
Argosluların başından bu kara belayı,
kim
yarar görecek senden, söyle, küçüklerimiz mi?" (107)
Akhilleus
içerliyor, kavga dövüş onların gemilerine gelene dek öfkesine
son vermeyeceğini söylemiş olduğu halde silahlarını Patroklos'a
veriyor, kavgayı seven Myrmidonları savaşa onun götürmesini
istiyor.
İlyada'yı
okumak denizde uzun bir yolculuğa çıkmak gibi. Dalgalarla inip
çıkıyosunuz. Bazen sular duruluyor, bazen göklere uzanıyor. Kim
olduğunu bilmediğimiz ozan Musa'lara sesleniyor:
"Olympos'ta
oturan Musa'lar, söyleyin şimdi bana,
ilkin
ateş nasıl yağdı Akhaların gemileri üstüne?" (108)
Yakıcı
ateş gemilerde kıvılcım saçınca Akhilleus, Patroklos'a seslenip
kurtuluş yolundan yoksun kalmalarını önlemesi için silahlarını
kuşanmasını istiyor. Zeus'un sevdiği Akhilleus, Troya'ya elli
gemi getirmiş, her gemide elli kürekçi oturtmuş ıskarmozların
başına. Homeros beş komutanı anlatmaya ilkinden başlyor:
"Birinci
sıranın başında zırhı ışıldayan Menesthios vardı,
Sperkheios'un,
Zeus'tan gelme ırmağın oğlu,
Peleus'un
kızı güzel Polydore, bir tanrı ile birleşmişti,
yorulmaz
Sperkheios'a doğurmuştu onu." (109)
Akhilleus
yalnız kendi içtiği ve yalnız Zeus babaya sunu yaptığı bir
sağrağı kızıl şarapla dolduruyor, gözlerini göğe kaldırıp
şarabı dökerek uzaklarda, soğuk kışlı Dodona'da hüküm süren,
Dodona'lı Zeus, Pelasg soyunun tanrısına yakarıyor:
"Kalacağım
ben gemilerimin yanına,
ama
birçok Myrmidon'la gönderiyorum arkadaşımı,
savaşsın
diye, iri gözlü Zeus, şan ver ona,
pekleştir
yüreğini göğsünde, görsün Hektor,
tekbaşına
savaşmayı bilir mi benim adamım,
yoksa
ben kızgın savağa atıldığımda mı azar dokunulmaz elleri?
Ama
püskürtünce savaş naralarını gemilerden uzağa,
sağ
salim dönsün arkadaşım tezgiden gemilere,
dönsün
tekmil silahlarıyla, dövüşte usta yoldaşlarıyla." (110)
Zeus
onu duyuyor, bir dileğine olur diyor, olmaz diyor diğerine. Ozan
anlattıkça insanlar ve tanrılar, öyküleriyle birlikte geçmişten
çıkıp geliyorlar. Yaşamlarına, ölümlerine, ilişkilerine,
konuşmalarına, inançlarına ilişkin ince bilgiler aktarıyorlar:
"Zeus
sel sel akıtır suları,
insanlara
kızgındır, yol verir öfkesine,
doğruyu
kaldırmıştır aralarında insanlar,
aldırış
etmeden tanrıların bakışına," (111)
"Sivri
akıllı Kronosoğlu gördü onları, acıdı,
hem
karısı, hem kızkardeşi Here'ye dedi ki:
Çok
yazık, insanlar arasında en sevdiğim Sarpedon'a!
Menoitiosoğlu
Patroklos'un elinden ölmek onun kaderi."
"Ölsün
Menoitiosoğlu Patroklos'un elinden.
Bırak
ayrılsın bedeninden canı,
Sonra
gönder Ölümü, tatlı Uykuyu,
alıp
götürsünler onu engin Lykia iline," (112)
"Savaşın
sonunu kollar getirir,
sözlerinse
toplantıda borusu öter." (113)
"Zeus
en başta Hektor'un yüreğini
yoksun
etti saldırma gücünden,
yiğit
arabasına binip kaçmaya koyuldu,
öbür
Troyalılara da seslendi kaçın diye,
anlamıştı
Zeus'un kutsal tartısını." (114)
"Hızlı
kılavuzlara yer ver, götürsünler Sarpedon'u,
ver
ikiz tanrılara. Uyku'yla Ölüm'ün eline,
çabuk
götürüp bıraksınlar semiz Lykia toprağına,
kardeşleri,
akrabaları onu orada gömer,
bir
mezara, yazılı taşın altına.
Ölümlülere
gösterilecek saygı işte bu." (115)
Zeus
böyle söyleyince Apollon babasını dinlemezlik etmiyor, İda
Dağlarından zorlu kargaşalığın içine iniyor, Sarpedon'u kargı
yağmuru altından kaçırıyor, uzaklara götürüp ırmağın akar
sularıyla yıkıyor. Savaş sürüyor. Sonunda at sürücüsü
Patroklos'un bir solukluk ömrü kalıyor. (116)
Savaşın
öyküsünde insanın, yaşamın ve doğanın da öyküsü bulunuyor:
"Bir
adam nasıl yetiştirirse körpe bir zeytin fidanınıi
ıssız
bir gölgede nasıl bol bol su içirirse ona,
gelişir
güzelim fidan, çiçekler açar bembeyaz,
şurdan
burdan esen yeller sarsar onu,
ama
bir gün koca bir kasırga ile bir yel eser,
söker
kökünden fidanı, serer onu toprağın üstüne,
Atreusoğlu
Menelaos öyle devirdi Euphorbos'u,
öldürdü
Pantheos'un iyi kargı atan oğlunu, soydu." (117)
Atreus'un
savaşçı oğlu Menelaos iç sesiyle konuşuyor:
"Ama
yüreğim ne diye tartışıyor bunları?
İnsan,
tanrının saydığı bir adamla,
kalkışırsa
tanrı buyruğuna karşı savaşmaya,
Ossaat
büyük bela gelir başına." (118)
Hektor
kanatlı sözlerle savaşı kışkırtıyor:
"Dinleyin,
ortaklarımızın, boylarımızın sayısız boyları,
sizi
kentinizden çağırdığım zaman buraya,
istemediydim
sayı çokluğu,
çağırdım
buraya Akhalardan Troyalıların karılarını,
küçük
çocuklarını koruyasınız diye canla başla.
Ben
bu yüzden sömürüyorum halkımı
besinlerle,
armağanlarla sizi doyurayım diye," (119)
Aias'tan,
İdomeneus'la seyisi Meriones'ten, adam öldüren Enyalios'tan,
savaşı alevlendirmeye gelen bir sürü adamdan söz eden Homeros
yanıtı belli bir soru soruyor:
"bunca
Akha yiğidinin adını aklında kim tutabilir ki?" (119)
Aikasoğlunun
atları savaştan uzakta ağlıyor. Kronosoğlu Zeus insanlara
acıyor:
"Şu
dünyada soluk alan, yürüyen yaratıklar arasında
insandan
daha acınacak bir yaratık yok." (120)
Menelaos
Athene'den güç isteyince gök gözlü tanrıça seviniyor,
omuzlarına dizlerine güç, göğsüne bir sineğin inadını
koyuyor. Apollon da gelip Hektor'u ateşliyor. (121) Aias durumun
kötüye gittiğini görüyor:
"Küçücük
bir çocuk bile anlar
Zeus
babanın Troyalılara destek olduğunu.
Yerine
vuruyor atılan tekmil kargılar,
atan
ister iyi olsun, ister kötü. (122)
Akhilleus
öfkeden yakınıyor:
"aklıbaşında
adamı bile çelen o öfke,
bir
bal damlası gibi akar insanın içine,
sarar
göğsünü duman gibi," (123)
İlyada
bir savaşın iki yanının öyküsünü insanlarıyla anlatıyor:
"Başladı
söze akıllı Pulydamas, Panthoosoğlu,
bir
o vardı ileriyi görren.
Hektor'un
arkadaşıydı, doğmuşlardı bir gecede.
Pulydamas
sözde üstündü, Hektor kargı salmakta." (124)
Athene,
aptalların kafalarından akıllarını alınca Troyalılar sevinç
içinde bağırıp kötü düşünen Hektor'u övüyor, doğru yol
gösteren Pulydamas'ı hor görüyorlar. (125) Akhilleus Hektor'u
öldürerek öç almaya hazırlanıyor. Odun yığınının önünde
on iki parlak Troyalı çocuğun boğazını keseceğini söyleyerek
Myrmidonlara sesleniyor, Patroklos'la konuşuyor:
"Ama
ben madem senden sonra gireceğim toprağa,
gömmem
seni, canını kıyan adamı tepelemeden,
silahlarını,
kafasını getirmeden buraya, gömmem seni." (126)
Troyalı,
Dardanoslu kadınların o güne dek çevresinde gözyaşı döke döke
gece gündüz ağıt yakacaklarını, o kadınları ölümlü
insanların zengin illerini yıkarak güçleri ve uzun kargılarıyla
aldıklarını söylüyor. Arkadaşlarını çağırıyor. Kızgın
ateşin üstüne üç ayaklı kazanı koyuyorlar, içine su döküyor,
altındaki odunları tutuşturuyorlar.
Oğluna
yardım etmek isteyen Thetis oğlu Akhileus'un öyküsünü anlatarak
gözyaşı döküyor:
"Söyle,
Hephaistos, Olympos'taki tanrıçalar arasında,
yüreği
benim gibi acılı biri var mı?
Zeus
bunlar arasında bir bana verdi acıları,
bunca
deniz tanrıçalarından bir beni verdi
ölümlü
kocaya, Aikasoğlu Peleus'a,
Katlandım
bir adamın yatağına girmeye,
istemeye
istemeye, tiksine tiksine." (127)
Hephaistos
körüklerini ateşe doğru çevirip çalışmalarını buyuruyor.
Solukları türlü ısıda yirmi körük ocağın içine üfürmeye
başlıyorlar. Tanrı ateşe bükülmez tunç, kalat, değerli altın,
gümüş atıyor. Akhilleus için yeni silahlar yapıyor. Kalkanı
üst üste beş tabakadan yapıyor, süsler çiziyor. Yeri göğü
denizi, hem araba hem ayı denen yıldızı, ölümlü insanların
iki güzel kentini, yaşamı, bütün dünyayı koyuyor. Aralarında
Kavga, Boğuşma, uğursuz ölüm de duruyor. Kızlar delikanlılar,
çocuklar gibi şen, bal gibi yemişler taşıyorlar sepet sepet. Bir
de oyun alanı oluyor kalkanda, Daidalos'un bir zamanlar yaygın
Knossos'da güzel örgülü Ariadne için yaptığına benzer,bir de
büyük Okeanos'un güçlü akışı, sapasağlam kalkanı çember
gibi saran. (128)
Agamemnon
suçlu olmadığını anlatıyor:
"Zeus,
Kader, karanlıkta yürüyen Erinys
o
toplantıda çeldiler aklımı,
düşürdüler
kötü bir Çılgınlığa
aldığım
gün Akhilleus'un onur payını.
Benim
elimden ne gelirdi ki?
Tanrı
getirir,her şeyin sonunu.
İnsanları
şaşırtan Çılgınlık büyük kızıdır Zeus'un," (129)
Odysseus
savaş gücünün ekmekten ve şaraptan geldiğini, karnı doyan
adamın yüreğinin atılgan, eli ayağının yorulmaz olduğunu
söylüyor. (130) Agammemnon engin göğe yakarıp Zeus'un, toprağın,
Güneş'in, andını bozan insanlara yer altında ceza veren
Erinys'lerin tanığı olmasını istiyor, Briseis kıza el
sürmediğine yemin ediyor:
"ne
yatağına girdim, ne de başka bir şey yaptım,
dokunan
olmadı ona, kaldı barakamda tertemiz." (131)
Akhilleus
kötü bir haber alıp kızıyor:
"Ne
diye haber verirsin bana ölümümü,
Ksanthos,
sana düşmez bu.
Ben
biliyorum sen demesen de." (132)
Savaşa
doymaz Akhalar silahlanırken, Troyalılar silah kuşanırken ovadaki
tepede, Zeus tanrıları toplantılara çağırın diyor Themis'e.
Yeri sarsan tanrı bile Themis'in sesini duyup denizin dibinden
geliyor. Tanrılara karışıyor. Bulut devşiren Zeus niyetini
açıklıyor, Olympos'un bir kıvrımında kalıp Troyalılarla
Akhalara baka baka gönlünü eğlendireceğini söylüyor:
"siz,
öbür tanrılar, gidin istediğiniz yere,
gidin
Troyalılarla Akhalar arasına,
destek
olun gönlünüzün dilediğine.
Akhilleus,
Troyalılara tekbaşına saldırsa bile,
dayanamaz
onlar hızlı Peleusoğluna."(133)
Tanrılar
da ikiye ayrılıp savaşa yürüyorlar. Çok pınarlı İda kökünden
doruğuna titriyor. Troyalıların ili, Akhaların gemileri titriyor.
Yer altında, ölüler kralı Aidoneus'un ödü kopuyor. Korkuyla
tahtından fırlayıp bağırıyor:
"yeri
sarsan Poseidon sakın patlatmasın toprağı,
tanrıların
bile tiksindiği çirkef dolu ülkesini
sermesin
ölümlülerin, ölümsüzlerin gözü önüne."
Böyle
korkunç bir gürültü yükseliyor tanrılardan. Phoibos Apollon
elinde kanatlı oklarıyla tanrı Posiedon'un karşısında duruyor.
Enyalios'un karşısında gök gözlü tanrıça Athene, Here'nin
karşısında altın yaylı Artemis duruyor. Leto'nun karşısına
tanrı habercisi güçlü Hermes, Hephaistos'un karşısına
tanrıların Ksanthos, insanların Skamandros dediği burgaçlı koca
ırmak dikiliyor. Tanrılar tanrılara böyle karşı dururken
Akhilleus kalabalığa dalıp Priamosoğlu Hektor'la karşılaşmak,
savaşa doymaz Ares'i kanıyla doyurmak istiyor. Ama Apollon
karşısına Aineias'ı dikiyor. (134)
Yürüyüp
karşı karşıya geliyorlar. Çevik ayaklı tanrısal Akhilleus'la
Aineias konuşuyorlar. Akhilleus soruyor:
"Troyalılar
sana bir toprak mı ayırdılar yoksa,
güzel
bağlar mı, tarlalar mı ayırdılar.
onlara
mı konacaksın beni öldürürsen,
hiç
de kolay değil bunu yapmak."
Aineias
karşılık veriyor:
"Kusursuz
Peleus'un oğlu derler sana,
deniz
tanrıçası güzel saçlı Thetis'miş anan.
Ulu
yürekli Ankhises'in oğluyum ben de,
övünürüm
babamla, anam da Aphrodite.
Bugün
sevgili oğullarına ağlayacak bunlardan biri,
sanmam
işi bitirip çocukça laflarla
savaşı
bırakıp geri gideceğimizi."
Uzun
bir öykü sunuyor, Zeus'un ilkin Dardanos'a baba olduğunu, kutsal
İlyon yokken Dardanos'un Dardanie'yi kurduğunu, Dardanosluların
çok pınarlı İda'nın eteklerinde oturduğunu, Dardanos'tan doğan
Erikhtonios'un kral olup ölümlü insanların en varlıklısı
olduğunu, Tros'u, oğulları İlos'u, Assarakos'u, tanrıların
Zeus'a şarap sunan olsun diye Olympos'a kaçırdığı ölümlü
insanların en güzeli Ganymedes'i, Ankhises'i ve Priamos'u anlatıp
ekliyor:
"Övünürüm
bu soydan, bun kandan olmakla,
Yiğitliği
Zeus çoğaltır, azaltır insanlarda,
odur
ölümsüzlerde en güçlü olan.
Biz
böyle kavga dövüşün ortasında
çocuklar
gibi ne diye daldık gevezeliğe,
birbirimize
savuracak küfürler çok,
yüz
sıralı gemi bile taşıyamaz.
Dili
oynaktır insanoğlunun,
söz
tarlasında otlar durur,
ne
söylersen onu alırsın geri.
İllaki
kavga etmemiz mi gerek,
küfürler
savurmamız mı gerek birbirimize,
yürek
kemiren kavgaya tutuşmuş kadınlar gibi,
sokak
ortasında öfkeyle birbirine çıkışan;
bir
sürü gerçek söylerler, bir sürü de yalan,
yalanı
da, gerçeği de öfkeleridir söyleten.
Sözle
söndüremezsin içimde yanan ateşi
tunç
kargılarımızla karşı karşıya savaşmadan
bedenlerimizde
tunç kargıları deneyelim hadi."
Aineias
güçlü kargısını topal tanrının beş kat kaplama koyduğu
korkunç kalkana saplıyor, iki kat tuncu, iki kat kalayı geçiyor
kargı, tanrı armağanı altın kaplamaya geliyor. (135)
Işıl
ışıl bir yangın nasıl dağda, derin derelerde, kuru bir ormana
saldırırsa, yel nasıl alevleri bir o yana, bir bu yana uçurursa,
tanrıya benzer Akhilleus da işte öyle saldırıyor oraya buraya,
kara toprak bir kan ırmağı oluyor. (136)
"Öldürmekten
yorulunca Akhilleus'un elleri,
on
iki delikanlıyı diri diri yakaladı ırmakta,
onları
Patroklos'un ölüsüne kurban edecekti.
Çıkardı
delikanlıları ırmaktan,
geyik
yavrusu gibi şaşakalmışlardı.
bağladı
ellerini arkadan sağlam kayışlarla," (137)
Akhilleus
Dardanosoğlu Priamos'un bir oğluna rastlıyor. Lykaon koşup iki
büklüm dizlerine sarılıyor:
"Ayağına
düştüm, Akhilleus, acı bana, say beni,
yalvarıyorum
sana işte, tanrı oğlu,
toprak
ananın ekmeğini ilk senin yanında yedim,
beni
güzel bağımdan alıp götürdüğün gündü,
babamdan,
dostlarımdan çok uzakta,
tanrısal
Lemnos'ta satmıştın beni," (138)
Savaşın
öyküsü doğanın içinde, tanrıların gölgesinde, yaşam ve
ölümle, ince ayrıntılarla sürüyor:
"Derin
anaforlu ırmak, benzetip sesini insan sesine,
derin
anaforların altında öfkeyle dile gelmeseydi,
hızlı
Akhilleus daha bir sürü Paionialı öldürürdü"
"Güzel
sularım dolup taşıyor ölülerle,
tanrısal
denize akıtamıyorum sularımı,
öldürdüğün
insanlarla tıkadın beni," (139)
"Peleusoğlu
fırladı, bir kargı atımlık yol aldı.
Kara
kartalın hızı vardı onda, avcı kartalın.
kuşların
en güçlüsü, en hızlısı kartalın,
kurtulmak
için kaçıyordu köşe bucak,
ama
Ksanthos, gümbür gümbür sularıyla kovalıyordu onu." (140)
"Yürekler
acısı bir ölümle can vermekmiş kaderim,
yem
olmakmış azgın bir ırmağa,
çayı
geçeyim derken fırtınalı bir günde
sellerin
sürüklediği bir domuz çobanı gibi." (140)
"Bir
çığlık attı Here, ödü kopmuştu,
alıp
götürecek diye onu derin anaforlu ırmak.
Ossaat
seslendi Hephaistos'a, sevgili oğluna:
'Kalk,
topal oğlum benim, kalk,
sana
denk bir düşman sayarım anaforlu Ksanthos'u,
hadi
yetiş imdada, bir kocaman alev ışıldat,' " (141)
"Olympos'ta
oturan Zeus duydu gümbürtüyü,
kavgaya
kapıştığını gördü tanrıların,
yüreği
hopladı sevinçten, güldü." (142)
"kocaman
bir taştı bu,
ovada
duran, kapkara, pürtüklü,
eskiden
bir tarlaya sınır olsun diye konmuştu.
Athene
yapıştırdı o taşı azgın Ares'e,
vurdu
boynundan, çözdü elini ayağını.
Tanrı
yere düştü, yedi dönümlük yer kapladı," (142)
"Pallas
Athene bir kahkaha koyuverdi,
kanatlı
sözler söyledi övüne övüne:
'Anlamadın
mı bugüne dek, a budala,
bak
ben ne kadar güçlüyüm senden,'
Ananın
Erynislere borcunu öde şimdi,
anan
kızmış, kötülük hazırlıyor sana,
övünen
Troyalılara yardıma koştun diye,
sırt
çevirdin diye Akhalara.'
Böyle
dedi, çevirdi ondan alevli gözlerini.
O
zaman Aphrodite, Zeus'un kızı geldi,
elinden
tutup Ares'i götürmek istedi.
Ama
Ares ağır soluyordu,
toparlayamıyordu
bir türlü gücünü." (142)
"Artemis
de döndü Olympos'a,
Zeus'un
tunç eşikli sarayına vardı,
kız
ağlaya ağlaya oturdu babasının dizlerine,
tanrısal
rubası titredi çevresinde,
babası
Kronosoğlu kucakladı onu,
sonra
gülümseye gülümseye:
'Hangi
gök tanrısı, sevgili yavrum,
büyük
bir kötülük etmişsin gibi,
üzdü
seni böyle, yok yere?'
Güzel
çelenkli avcı tanrıça karşılık verdi, dedi ki:
'Senin
karın ak kollu Here yaptı bana bunları, baba,
ondan
gelir tanrılara dövüş, kavga' " (143)
"Priamos
inleye inleye indi duvardan aşağıya,
duvar
dibinde duran ünlü bekçileri kışkırttı:
'Elleriniz
açık tutsun kapıları ardına kadar,
kaçan
adamlarımız sığınsın kentin içine," (143)
"Yaşlı
Priamos böyle dedi,
bekçiler
de kol demirlerini kaldırıp açtılar kapıları,
kurtuluş
ışığı oldu açılan kapılar,
Apollon
atıldı Troyalıların önüne,
onların
başından belayı savmak istiyordu." (143)
"Onu
ilkin yaşlı Priamos gördü,
ovada
bir yıldız gibi parlıyordu;
Orion'un
Köpeği denen bir yıldız vardır hani,
görünür
yaz sonunda, karanlık gecede,
binlerce
yıldız arasında alev alev ışınları,
yıldızların
en parlağıdır, ama uğursuzdur belirtisi,
çok
sıtmalar getirir zavallı insanlara;
işte
öyle parlıyordu Akhilleus'un göğsünde tunç." (144)
"
'Hektor, yavrum, dostlarından uzak durma öyle,
erişirsin
kaderine, bekleme bu adamı," (144)
'Hadi
yavrum, gir surların içine,
Troya'nın
kadınlarını, erkeklerini koru,
büyük
bir ün bağışlama Peleusoğlu'na,
kendin
de olma tatlı canından." (144)
"İhtiyar
böyle dedi, avuç avuç yoldu ak saçlarını,
gene
de kandıramadı yüreğini Hektor'un.
Öte
yandan anası da dolu yaşla ağlıyordu,
bir
eliyle göğsünü açtı, bir eliyle kaldırdı memesini,
kanatlı
sözler söyledi ağlaya ağlaya:
'Hektor,
yavrucuğum, saygı göster bu memeye,
onu
ağzına uzattığım günleri getir aklına,
unuturdun
koynumda bütün dertlerini,
surlarımızın
içinde yenmeye bak şu domuzu,
gir
içeri, canım oğlum, dışarda dikilme karşısına." (145)
"Troyalıların
karıları, güzel kızları bir zamanlar
parlak
rubalarını yıkarlardı bu yunakların içinde,
barış
günlerinde, Akha oğulları gelmeden önce." (146)
"Hadi
düşünün bakalım, tanrılar, danışın,
kurtaracak
mıyız Hektor'u ölümden,
yoksa
bırakacak mıyız bu yiğitliğiyle,
alt
etsin onu Akhilleus, Peleusoğlu?" (147)
"Düş
gören bir adam kaçan birini nasıl kovalayamazsa,
kaçan
nasıl kaçamaz, kovalayan da yakalayamazsa,
Akhilleus,
Hektor'a öyle yetişemiyordu,
Hektor
da kaçıp kurtulamıyordu Akhilleus'tan." (148)
"pınarlara,
yunaklara dördüncü gelişlerinde,
bir
altın terazi kurdu baba tanrı,
acıklı
ölümün iki tanrıçasını koydu kefelere,
biri
Akhilleus'unkiydi, biri at sürücüsü Hektor'unki,
ortasından
tuttu kaldırdı teraziyi," (148)
"Hektor,
düşmanım, antlaşmadan söz açma bana,
böyle
şey olamaz insanla arslan arasında,
nasıl
uyuşamazsa kurtla kuzunun gönlü,
durmadan
kin beslerler birbirlerine,
bizim
de dostluk yapmamız akla sığmaz,
birimiz
düşüp kanıyla doyurmadan Ares'i." (149)
"Gecenin
karanlığında, başka yıldızlar arasında,
Akşam
Yıldızı denen bir yıldız vardır hani,
yıldızların
en parlağı, en güzeli,
sağ
elinde sallanan sipsivri kargı öyle parlıyordu." (150)
"Toz
toprak içinde kaldı bütün başı,
kopkoyu
saçları darmadağın oldu,
çok
güzeldi bu baş eskiden,
şimdi
Zeus verdi onu düşmanlarına,
kirletsinler
diye yurdunun toprakları üstünde.
Bulanırken
bu baş toza toprağa,
anası
da saçlarını yolup duruyordu,
fırlatıp
atmıştı parlak başörtüsünü," (151)
"Yüksek
bir sarayın odasında kumaş dokuyordu o,
erguvan
renginde bir kumaştı bu, iki katlı,
alacalı
süsler işliyordu kumaşın içine.
Çağırmıştı
güzel örgülü bir hizmetçiyi,
demişti,
üç ayaklı bir büyük kazan kot ateşe,
sıcak
suyla yıkansın Hektor, savaş dönüşü." (152)
"Bir
çocuğu yetim bırakan gün
akranlarından
da yoksun kılar onu,
dolaşır
boynu bükük, başı önde gözü yaşlı,
çaresiz
başvurur babasının arkadaşlarına,
rastgele
sarılır onun bunun eteğine," (153)
"Kumsal
sırılsıklamdı gözyaşlarından,
erlerin
silahları gözyaşlarıyla sırılsıklam;
özlediler
düşmanı darmadağın eden yiğidi.
Peleusoğlu
başladı uzun bir ağıta,
dayadı
arkadaşının göğsüne adam öldüren ellerini:
'Patroklos,
dostum, selam sana,
varsın
selamım Hades'in konağına dek," (154)
"Boğazlayacağım
odun yığınının önünde
Troyalıların
on iki körpe çocuğunu,
öylesine
büyük yüreğimdeki öfke." (154)
"Bir
ara uyku gelip dağıttı yüreğinin kaygısını,
içine
tatlılığını döktü, sarıverdi onu çepeçevre,
Hektor'u
kovalarken İlyon önünde,
Akhilleus'un
parlak bedeni çok yorulmuştu." (155)
"birlikte
büyümemiş miydik, Akhilleus, sizin evde,
Opoeis'ten
beni size Menoitios getirmişti,
ufaktım,
bir kaza çıkmıştı elimden,
öldürmüştüm
Amphidamas'ın çocuğunu,
yapmıştım
bu deliliği istemeye istemeye,
öfkeye
kapılmıştım aşık oynarken.
At
sürücüsü Peleus evine almıştı beni,
özene
bezene büyütmüş, seyis yapmıştı sana." (155)
"Önde
arabalar gidiyordu, arkada binlerce yay,
taşıyorlardı
arkalarında arkadaş Patroklos'u.
Ölü
boydan boya saçlarla örtülüydü,
herkes
saçını kesmiş, atmıştı ölünün üstüne.
Başını
arkadan Akhilleus tutuyordu,
Hades'e
götürüyordu kusursuz yoldaşını." (156)
"Bir
ara tanrısal Akhilleus düşündü başka bir şey
uzaklaştı
odun yığınından, kesti gür sarı saçını,
o
saçı Sperkheios Irmağı için uzatmıştı.
Şarap
rengi denize bakıp dedi ki:
'Sperkheios,
boşuna adamış babam bu saçları sana' " (156)
"
'Priamosoğlu Hektor'a gelince,
ateşe
yedirmem onu, yedireceğim köpeklere.'
Akhilleus
böyle meydan okudu,
ama
köpekler uğraşamıyordu Hektor'la
Aphrodite
kovuyordu köpekleri yanından
Zeus'un
kızı, gece gündüz,
gül
kokulu tanrısal bir yağ sürmüştü ölünün bedenine,
Akhilleus
onu sürüklerken yüzülmesin diye derisi." (157)
"Kafadır
oduncuyu oduncu yapan, gücü değil.
Şarap
rengi denizi allak bullak edince rüzgarlar,
dümenci
kafayla yönetir hızlı gemisini.
Arabacı
da kafayla yener arabacıları." (158)
"Sımsıcak
oldu Menelaos'un yüreği,
hasat
olgunlaşıp tarlalar dalga dalga
sallandığı
zaman bir o yana, bir bu yana,
nasıl
erirse başaklar göğsünde çiğ taneleri,
öyle
eridi Menelaos'un göüsünde yüreği." (159)
"Yenecek
olana büyük bir üçayak koydu, ateşe dayanan,
Akhalar
on iki öküz değeri biçtiler buna,
yenilecek
için de bir kadın koydu,
eli
işe yatkındı, biçildi dört öküz değeri." (160)
"Peleusoğlu
da ham demir getirdi, bir külçe,
güçlü
Eetion sallar atardı onu bir zamanlar,
ama
ayağı hızlı Akhilleus öldürünce Eetion'u,
başka
mallarla taşımıştı onu gemilerine," (161)
"Bir
Akhilleus ağlıyordu sevgili dostunu ana ana,
tutmuyordu
onu tekmil canlıları yenen uyku.
Bir
o yana dönüyordu, bir bu yana,
özlüyordu
Patroklos'un insanlarla kavgada
soylu
gücünü, olgun diriliğini,
zorlu
denizler geliyordu gözünün önüne,
orda
çektikleri çileler geliyordu aklına,
paylaştıkları
dertler geliyordu, acılar.
Bunları
bir bir geçirirken aklından
gözyaşı
döküyordu tane tane." (162)
"Ama
on ikinci şafak sökünce tanrılar katında,
Phoibos
Apollon ölümsüzlere şöyle dedi:
'Amansız
tanrılar, işiniz gücünüz kötülükte.
Beneksiz
keçilerin, sığırların butlarını,
Hektor
hiç mi yakmadı size?' " (163)
"Siz
şu uğursuz Akhilleus'u tutuyorsunuz demek.
Oysa
bilmez o töresince düşünmesini,
yumuşar
bir yürek taşımaz göğsünde,
azgın
bir arslan gibidir tıpkı,
yaban
gücüne, amansız yüreğine uyar da hani,
bir
güzel doyurmak için karnını,
gelir
saldırır insan kuzusuna.
Akhilleus
da sıyrıldı tıpkı onun gibi
her
türlü acıma duygusundan,
insanlara
saygıdan çekti kendini,
hem
zararı var, hem yararı bu saygının.
Bir
gün sevdiğini yitirebilir insan,
yitirebilir
kardaşından, oğlundan yakın birini,
ağlar
sızlar, sonra taş basar bağrına.
Acıya
dayanan bir yürek verdi Moiralar insanlara." (163)
"Ak
kollu Here alındı bu sözlere, dedi ki:
'Amma
da yaptın, gümüş yaylı, oldu mu şimdi,
saygıda
bir mi Akhilleus Hektor'la?
Hektor
doğdu bir ölümlüden,
o
bir kadının memesini emdi,
oysa
Akhilleus bir tanrıçanın oğlu,
o
tanrıçayı büyüten, yetiştiren, everen benim.
onu,
tanrıların çok sevdiği Peleus'a verdim,'" (164)
"Thetis
oturdu Zeus babanın yanına,
Athene
vermişti ona yerini,
Here
altından güzel bir sağrak uzattı,
tatlı
sözlerle selamladı onu.
Thetis
içti, sonra geri verdi sağrağı.
İnsanların,
tanrıların babası dile geldi, dedi ki:
'Geldin
Olympos'a dertle dolu, Thetis tanrıça,
bilirim,
avutulmaz bir acı var yüreğinde,' " (165)
"De
ki, tekmil tanrılar öfke içinde,
ölümsüzlerden
de ben kızgınım en çok,
koca
karınlı gemilerin orada tuttuğu için Hektor'u." (165)
"Ulu
yürekli Priamos'a haber salacağım İris'le,
Akhaların
gemilerine gitsin, kurtarsın oğlunu,
armağanlarla
hoş etsin gönlünü Akhilleus'un." (165)
Thetis
Akhilleus'un yanıbaşına oturuyor,eliyle okşuyor, konuşuyor,
diller döküyor:
"Yavrum
benim, ne zamana dek yiyeceksin içini,
yemeyi
içmeyi unutup, ağlaya sızlaya?
Bir
kadınla sarmaş dolaş olmak iyi şey,
neden
bundan yoksun ediyorsun kendini?" (165)
Priamos
Zeus'un habercisi İris gelip oğlu Hektor'u kurtarmasını
söyleyince karısı Hekabe'yi çağırıp soruyor:
"Söyle
bakalım, sen ne dersin bu işe.
Git
diyor bana güçlü yüreğim,
can
atıyorum Akhaların ordusu içine girmeye." (166)
Sonra
gitmekte kararlı olduğunu söylüyor:
"Sarayın
uğursuzluk kuşu musun ne?
Gideceğim,
alıkoyamazsın beni,
kandıramazsın
beni ne desen.
Bir
ölümlü insandan gelseydi bu haber,
kurbanları
yorumlayan bir biliciden,
ya
da bir duacıdan gelseydi,
umursamaz,
derdik bir tuzak bu, derdik yalan." (167)
Priamos'un
yolculuğu için bir katır arabası getiriliyor:
"Bir
katır arabası getirdiler, güzel tekerlekli,
yeni
yapılmış güzelim bir araba,
sepetini
bağladılar üstüne arabanın,
boyunduruğu
indirdiler askıdan.
Boyunduruk
şimşir ağacındandı,
ortası
göbekli, güzel halkayla süslü." (168)
"Varlıklı
bir adamın yüksek tavanlı evinde
ne
kadar büyükse sağlam kilitli kapı kanadı,
bu
kartalın kanatları da o kadar büyüktü." (169)
Herkes
İlyon'a dönüp Priamos ve atları süren İdaios ovada yalnız
kalınca Zeus ihtiyara acıyor, sevgili oğlu Hermeias'a sesleniyor:
"En
çok sen seversin yoldaşlık etmeyi bir insana,
canla
başla dinlersin hoşuna gideni,
hadi
götür Priamos'u Akhaların koca karınlı gemilerine,
öyle
götür ki, hiçbir Danaolu görmesin onu,
görmesin
kimse, Peleusoğlu'nun yanına varmadan o" (169)
Zeus
böyle diyor, Argos'u öldüren tanrı onu dinliyor:
"Güçlü
tanrı aldı değneğini eline, uçtu,
bu
değnekle kapardı gözlerini insanların,
ya
da isterse uyandırırdı uyuyanları.
Vardı
çabucak Troya ve Hellespontos Ovasına,
genç
bir soylu kılığında yola çıktı,
bıyıkları
yeni terlemiş, en güzel yaşta." (170)
Homeros
öyküyü ince ayrıntılarla örüyor. Priamos Akhilleus'un
barakasına vardığında anlatıyor:
"Myrmidonlar
yapmıştı ona bu barakayı
doğradıkları
iri çam kütüklerinden.
Islak
ovadan sazlar kesmişlerdi,
örmüşlerdi
üstüne sık bir çatı.
Çevresine
kazıklar dikmişlerdi yan yana,
bir
avlu yapmışlardı efendiye, kocaman." (171)
Yaşlı
Priamos içeri dalıveriyor. Akhilleus yemiş, içmiş, masada öylece
duruyor. Priamos onun dizlerine sarılıyor, ellerini öpüyor:
"Priamos
girdi içeri kimseye görünmeden,
gitti
durdu Akhilleus'un yanında,
sarıldı
dizlerine, öptü ellerini,
nice
oğullarının almıştı canını
o
korkunç eller, o kanlı eller." (172)
Akhilleus'a
yakarırken anlatıyor:
"Geldiği
gün Akha oğulları buraya,
oğullarım
vardı benim elli tane,
on
dokuzu bir ana karnından doğmuştu,
ötekileri
sarayın kadınları vermişti bana.
Saldırgan
Ares kırdı çoğunun dizlerini." (173)
Akhilleus
kanatlı sözlerle sesleniyor:
"Talihsiz
adam, ne acılar çekmiş yüreğin!
Nasıl
göze aldın gemilere gelmeyi tek başına,
nasıl
göze aldın benim gözüme görünmeyi?" (173)
Yumuşayıp
dile geliyor:
"Oğlun
serbest, ihtiyar, istediğin oldu,
bir
döşekte yatar, şafak sökünce götür onu.
Hadi
bakalım, şimdi doyuralım karnımızı
Güzel
saçlı Niobe'nin de yemek geldi aklına,
oysa
on iki çocuğu ölmüştü sarayında,
altı
kızı, ergen altı oğlu.
Apollon
öfkelenmişti Niobe'ye,
öldürmüştü
oğullarını gümüş yayıyla,
kızlarını
da okçu Artemis öldürmüştü,
Niobe
güzel yanaklı Leto ile bir tutuyordu kendini,
diyordu
Leto iki çocuk doğurdu, bense bir düzine.
İki
kişi, Apollon'la Artemis, öldürdü hepsini." (174)
Gözyaşı
dökmekten yorgun düşen Niobe'nin öyküsünü anlatıyor:
"Bugün
Sipylos kayalarında, ıssız doruklarında,
Akheloos
Irmağı kıyısında oynaşan su perilerinin
yatakları
var derler ya, işte oralarda,
tanrı
buyruğuyla taş olmuştur Niobe,
yüreğine
sindirir durur acılarını. " (174)
Akhilleus
ve Priamos birbirlerine şaşıyorlar:
"Akhilleus'a
şaşakaldı Priamos, Dardonosoğlu,
ne
güzeldi Akhilleus, boylu posluydu,
benziyordu
yüzü tanrıların yüzüne.
Akhilleus
da şaşıyordu Dardanosoğlu Priamos'a,
soylu
görünüşüne, konuşmasına şaşıyordu." (175)
Sonra
Priamos'la uşağı oracıkta, avluda uyuyakalıyorlar yumuşak
düşler içinde. Akhilleus da düzenli barakanın dibinde uyuyor,
güzel yanaklı Briseis uzanıyor yanına. (176)
Dönüşte
altın Aphrodite'ye benzer Kassandra bağıra çağıra koşuyor,
bütün kenti boydan boya dolaşıyor, Troyalı erkekleri, kadınları
çağırıyor:
"...
gelin hadi,
görün
kentimizin ışığını, Hektor'umuzu,
tekmil
halkın ışığını gelin görün."" (177)
Helene
Hektor'a seslenerek öyküsünü anlatıyor:
"Kayınlarım
arasında, Hektor, severim en çok seni,
tanrı
yüzlü Aleksandros'tur kocam benim,
aldı
beni Troya'ya o getirdi,
gelmeseydim,
orada ölseydim keşke.
Tam
yirmi yıl oldu oradan geleli,
yirmi
yıl oldu ayrılalı baba toprağından,
duymadım
senden bir kötü söz, hiç azarlamadın beni," (178)
İlyada'nın
her parçasında geçmişin öyküsü, orada yaşananlar ve
yaşayanlarla ilgili ipuçları, destanın kişilerinin gözleriyle
görülen bir tarih dünyası, sözleri ve düşünceleriyle
hissedilen farklı bir onur duruşu görülebiliyor.
....
Kitabın
sonundaki "İlyada'da Geçen Adlar" bölümü, hem destanı
daha kolay okuyup daha iyi anlamak, hem de mitolojik kahramanlara
doğru yeni yolculuklara çıkabilmek için çok değerli ipuçları
veriyor. (179) Adların birçoğu efsaneye karıştığı, ilkçağ
haritalarının yapıldığı dönemde kaybolmuş ya da değişmiş
olduğu için başvurulan kaynaklarda bulunamamış. Bir Homeros
haritası da yokmuş. Sözlüğü hazırlamak için Paul Mazon'un
"Les Belles Lettres" yayınında çıkan İlyada metni ve
Fransızca çevirisinin dördüncü cildindeki dizin temel alınmış.
(180)
Burada,
bilindik adlar kadar başka yerde kolay rastlanmayacak kişiler ve
yerler de bulunabiliyor. En iyi yanı, kitabın içindeki yolculukta
yardım etmekle kalmayıp küçük bir ansiklopedik sözlük olarak
da okunabilmesi. "Aineias kimdi?" dediğinizde hemen dönüp
bakabiliyorsunuz. Bugünkü Gönen Çayı'nın Aisepos olmasına
şaşıyorsunuz. "Alkmene Herakles'in anasıymış!"
diyorsunuz. Zeus Here'ye
yüreğine akan aşkla nasıl altüst olduğunu anlatırken
Alkmene'yi sevdiğinde bile bunu yaşamadığını, Thebai'de oturan
Alkmene'nin ona üstün yürekli Herakles oğlunu doğurduğunu,
aslında Here'yi bile hiçbir zaman o anki gibi sevmediğini, böyle
büyük bir istek duymadığını söylüyor.
Sözlükte
Karadeniz bölgesinden gelme savaşçı kadınlar denen Amazonlar
(181), Helene'yle konuşan Priamos'un sözleriyle şu dizelerde
geçiyor:
"Amazonlar
gelmişti hani, erkek gibi, işte o gün,
aralarına
bir savaş ortağı almışlardı beni."
Andromakhe'nin
Eetion'un kızı ve Hektor'un karısı olduğunu, aşk tanrıçası
Aphrodite'nin Paris'i Menelaos'un elinden kurtardığını, Güneş
tanrısı Phoibos Apollon'un Troyalılardan yana çıktığını,
Zeus ile Here'nin oğlu savaş tanrısı Ares'in Athene'ye saldırıp
yenildiğini, Yunanistan'da bir bölgenin ve Agamemnon'un krallığının
Argos adını taşıdığını, Zeus ile Leto'nun kızı ve
Phoibos'un kızkardeşi av tanrıçası Artemis'in Niobe'nin
kızlarını öldürdüğünü, eski adı Maionia olan Asya
Çayırları'nın bugünkü Gediz Ovası'na karşılık geldiğini,
Zeus'un kızı ve erdem tanrıçası Pallas Athene'nin Akhalara güç
verdiğini, Akhilleus'un köle ettiği Briseis'in Brises'in kızı
olduğunu, hasat tanrıçası Demeter'i, Aphrodite ve Ares'i
yaralayan Diomedes'i, Zeus ile Semele'nin oğlu şarap tanrısı
Dionysos'u, Nereus kızı Galateia'yı, Herakles'in yaraladığı
yeraltı ülkesinin tanrısı Hades'i, tanrılara nektar sunan
gençlik tanrıçası Hebe'yi, Priamos'la Hekabe'nin oğlu ve
Andromakhe'nin kocası Hektor'un Akhaların gemilerini
tutuşturduğunu, Paris'le Menelaos'un teke tek savaşını seyre
delen Helene'nin Apfrodite'nin emri üzerine saraya döndüğünü,
Zeus ve Here'nin oğlu ateş ve denizcilik tanrısı Hephaistos'un
Akhaları tuttuğunu, tanrıların habercisi İris'in Zeus'un buyruğu
üzerine Poseidaon'u savaştan uzaklaştırdığını, Odysseus'un
yurdu İthake'nin İonya denizinde bir ada olduğunu,
Ksanthos'un bir ırmağın, bir insanın, iki atın adı olduğunu,
Akha ordusunun hekimi Makhaon'Un yaralı Menelaos'un yanına
çağrıldığını, Agamemnon'un kardeşi Menelaos'un Lakedaimon
Kralı olduğunu, Neleus'un oğlu Pylos Kralı Nestor'un bir duvar
yapılmasını salık verdiğini, Laertes'im oğlu İthake Kralı
Odysseus'un Akhaların kaçmasını önlediğini görebiliyorsunuz.
Tanrıların
atası Okeanos (182) destanda şu dizelerle geçiyor:
"Gidiyorum
bol ürün veren toprağın bir ucuna,
tanrıların
atası Okeanos'la, ana Thetys'ü görmeye,
onlar
almışlardı beni Rheia'nın elinden,
saraylarında
iyice beslemişler, büyütmüşlerdi."
Paieion
(183) tanrıların hekimi. Hades'i, Ares'i iyileştiriyor:
"Sonra
Hades çıktı Zeus'un evine, koca Olympos'a,
yüreği
yanık, acılar içindeydi,
omzuna
güçlü ok girmiş, canını yakıyordu.
Ama
ölümlü yaratılmış değildi o;
geldi,
acı dindiren ilaçlar serpti omzuna,
Paian
tanrı, yarayı iyi etti."
"Ak
sütle incir özü karıştırılır da hani,
çarçabuk
koyulaşıverir sulu süt,
mayalanıverir
göz önünde,
saldırgan
Ares'i öylece iyileştirdi o,
göz
açıp kapayıncaya kadar."
Priamos'un
oğlu Paris, Menoitios'un oğlu Patroklos, Aiakos'un oğlu Thetis'in
kocası Akhilleus'un babası Peleus, Zeus ile Leto'nun oğlu Güneş
tanrı Phoibos Apollon, Akhilleus'un eğitmeni Amyntor'un oğlu
Phoiniks, deniz tanrısı Poseidaon, Kronos'un karısı Zeus ile
Here'nin anası Rheie veya Rheia, Trakyalı şarkıcı Thamyris,
Uranos'la Gaia'nın kızı adalet tanrıçası Gaia, Peleus'un karısı
Akhilleus'un anası deniz tanrıçası Thetis...
Son
başlık Zeus. Kronos'un oğlu, Here'nin kardeşi ve kocası,
tanrıların babası ve kralı. Thetis'e Troyalılara güç
vereceğine söz veren, Agamemnon'a bir düş gönderen Zeus.
Here'nin ısrarı üzerine Troyalılara antlaşmayı bozdurmaya karar
veren Zeus. Aphrodite'ye savaştan uzak durmasını söyleyen, Here
ile Athene'ye savaşa karışma izni veren Zeus. Here'nin kollarında
uyuyakalan, uyanınca öfkelenen Zeus. Mutluluk ve mutsuzluğu
insanlara paylaştıran Zeus.
Minoen
Girit, Anadolu'dan gelmiş Ana Tanrıça tapımı ile birlikte
kadının egemen unsur olduğu anaerkil düzeni de uzun zaman
yaşatmış. Yunanistan'dan gelme kavimlerle bu düzen bozulduysa da
İlyada'da birçok izine rastlanıyormuş. Bir kadının
kaçırılmasıyla başlayıp yıllarca süren Troya Savaşı,
Homeros'un anlattığı İlyada'da kadının çok önemli, çok üstün
tutulması bunun örnekleriymiş. (184)
İnsanların
dünyası kadınların egemenliğinden erkeklerin belirleyiciliğine
evrilirken tanrılar da aynı kalmamış. Azra Erhat bu değişimi
şöyle anlatıyor:
"Zeus
bu egemenliği, dünyanın kuruluşuyla birlikte ele geçirmiş
değildir. Olymposlu tanrılardan önce başka tanrılar vardı.
Dünyanın kuruluşuyla birlikte tanrı kuşaklarının doğuşunu
-Hellenler buna 'theogonia' derlerdi- çetin savaşlardan sonra yeni
kuşakların eskileri altedip başa geçmelerini Homeros değil de,
ondan bir yüzyıl kadar sonra yaşadığı sanılan ozan Hesiodos
anlatır. Uranos (Gök)- Gaia (Toprak) soyunu Kronos- Rhea soyu
izlemiş, ama Kronos, krallığı elden kaçırmamak için, bütün
çocuklarını doğar doğmaz yermiş. Rhea, oğlu Zeus'u doğurunca,
Girit Adasına saklamış. Kronos'a da kundaklanmış bir taş
yedirmiş. Zeus da büyüyünce Kronos'un soyundan olan bütün
devleri, azmanları yeraltı ülkesi Tartaros'a kapatmış.
Hesiodos'a göre tanrıça Aphrodite, tanrı Uranos'un, Kronos'ça
kesilen erkeklik organı denize düşünce saçtığı köpüklerden
doğmuştur. Ama Homeros böyle bir efsaneden söz etmez. İlyada'da
Aphrodite, Zeus ile Dione'nin kızı olarak gösterilir." (185)
Erkeklerin
yeni eşitsiz dünyasındaki savaş tanrıların katında da yerini
almış. Azra Erhat, Ares'in çok daha simgesel bir nitelik
taşıdığını söylüyor:
"Ares
gerçi ismi cismi olan bir tanrıdır, ama bir de savaşın ta
kendisi olarak canlandırılır. Varlığı destanda bir boydan bir
boya sezilir, hem kişi olarak savaşa karışır, hem de simgelediği
savaş gücü olarak her zaman varlığını duyurur. Ares, peşinden
bir sürü simgesel tanrı sürükler, bunların kimi dişi, kimi
erkektir: Deimos (Korku, Dehşet), Phobos (korku, Bozgun), Eris
(Kavga, Ares'in kızkardeşi), Enyo (Savaş, Savaşta Kaynaşma,
Boğuşma). Ares gibi bu varlıklar da karşımıza ya belli bir
cisim ya da sadece bir kavram olarak çıkarlar. İyi savaşan
yiğitlere Homeros 'Ares'in sevdiği', 'Ares'in dalı, filizi'
sıfatlarını takar." (186)
Tanrı
Ares için Homeros'un kullandığı korku ve nefret uyandıran
sıfatlar 'İnsanların baş belası', 'dönek', 'surları yıkan',
'azgın, kızgın', 'insafsız', 'elleri kana bulanmış', 'savaşa
doymaz', 'insan öldüren' örnekleriyle sıralanıyor. İlyada'nın
bir savaş destanı olduğu, ama bu destanda savaş ve savaş
tanrısının nefretle anıldığı, insanların da tanrıların da
savaştan iğrendiği, ozanın savaş sahnelerinden çok Troya ya da
Olympos'taki günlük yaşamı anlatırken, doğadan örneklerle
benzetmeler yaparken özendiği ve sanatının en yüksek düzeyine
buralarda ulaştığı belirtiliyor. (187)
"Troyalıların
karıları, güzel kızları bir zamanlar
parlak
rubalarını yıkarlardı bu yunakların içinde,
barış
günlerinde, Akha oğulları gelmeden önce." (188)
Savaşın
acımasızlığına sinmiş barış özlemi, sözyaşlarıyla
yüzyılları aşıp geliyor yirmi birinci yüzyıla, Ares'in yeni
ortaklarının acımasızlığıyla karşılaşınca gözyaşlarına
karışıyor, umut olmak için dört bir yana dağılıyor.
....
İlyada
geçmişe nasıl bir pencere açıyor?
Kitabın
kapağını araladığımızda başka bir dünyaya gidiyor, yirmi beş
yüz yıl önce yaşayan insanı ve onu anlamanın yollarını
buluyoruz. Daha da ilginci, bazı olayların ve yaklaşımların
günümüzdekilerle şaşırtıcı benzerlikleri olabildiğini
görüyor, insanın insana ettikleri bitip eşitlik ve kalıcı bir
barış sağlanmadan büyük acıların hep yaşanabileceği sonucuna
varıyoruz.
İlyada'dan
esintiler diye başlayarak Homeros'un öyküsünden, Azra Erhat'ın
çevirisinden, A. Kadir'in şiirlerinden epey alıntı yapmış
oldum. Aktardığım bu kesitler, İlyada'yla yeni yeni yolculuklara
çıkacak okurların bulacaklarının binde biriyle ilgili bir ipucu
verebildiyse şanslı olmalıyım.
1.
Homeros, İlyada, Yunanca aslından çeviren Azra Erhat / A. Kadir,
Can Yayınları, 1997.
2.
Azra Erhat, http://tr.wikipedia.org/wiki/Azra_Erhat
3.
Arza Erhat, Gülleyla'ya Anılar, Can Yayınları, 2002,
http://www.idefix.com/kitap/gulleylaya-anilar-arza-erhat/tanim.asp?sid=PBXG89DV45459EIMMXSX
4.
İlyada, Sayfa 7
5.
www.google.com, "Homeros", 12.01.2014.
6.
www.google.com, "İlyada", 12.01.2014.
7.
www.google.com, "Homer", 12.01.2014.
8.
www.google.com, "Iliad", 12.01.2014.
9.
İlyada, Sayfa 8
10.
İlyada, Sayfa 10
11.
İlyada, Sayfa 11
12.
İlyada, Sayfa 14
13.
İlyada, Sayfa 15
14.
İlyada, Sayfa 17
15.
İlyada, Sayfa 18
16.
İlyada, Sayfa 19
17.
İlyada, Sayfa 20
18.
İlyada, Sayfa 21
19.
İlyada, Sayfa 22
20.
İlyada, Sayfa 23
21.
İlyada, Sayfa 24
22.
İlyada, Sayfa 25
23.
İlyada, Sayfa 26
24.
İlyada, Sayfa 27
25.
İlyada, Sayfa 29
26.
İlyada, Sayfa 30
27.
İlyada, Sayfa 31-36
28.
İlyada, Sayfa 37
29.
İlyada, Sayfa 45
30.
İlyada, Sayfa 38-40
31.
İlyada, Sayfa 41-42
32.
İlyada, Sayfa 42-43
33.
İlyada, Sayfa 43
34.
İlyada, Sayfa 44-45
35.
İlyada, Sayfa 45-46
36.
İlyada, Sayfa 47
37.
İlyada, Sayfa 47-49
38.
İlyada, Sayfa 49-50
39.
İlyada, Sayfa 50-53
40.
İlyada, Sayfa 53-54
41.
İlyada, Sayfa 54-57
42.
İlyada, Sayfa 58-59
43.
İlyada, Sayfa 60-63
44.
İlyada, Sayfa 63-69
45.
İlyada, Sayfa 69-70
46.
İlyada, Sayfa 73
47.
İlyada, Sayfa 77
48.
İlyada, Sayfa 86
49.
İlyada, Sayfa 87
50.
İlyada, Sayfa 104
51.
İlyada, Sayfa 104-114
52.
İlyada, Sayfa 106-107
53.
İlyada, Sayfa 115
54.
İlyada, Sayfa 116
55.
İlyada, Sayfa 118
56.
İlyada, Sayfa 119
57.
İlyada, Sayfa 120
58.
İlyada, Sayfa 122
59.
İlyada, Sayfa 126-127
60.
İlyada, Sayfa 129
61.
İlyada, Sayfa 130
62.
İlyada, Sayfa 131
63.
İlyada, Sayfa 132
64.
İlyada, Sayfa 133
65.
İlyada, Sayfa 137
66.
İlyada, Sayfa 137-140
67.
İlyada, Sayfa 140-144
68.
İlyada, Sayfa 149
69.
İlyada, Sayfa 150-171
70.
İlyada, Sayfa 181
71.
İlyada, Sayfa 183-184
72.
İlyada, Sayfa 204-205
73.
İlyada, Sayfa 214
74.
İlyada, Sayfa 218
75.
İlyada, Sayfa 220
76.
İlyada, Sayfa 222-223
77.
İlyada, Sayfa 223-224
78.
İlyada, Sayfa 224
79.
İlyada, Sayfa 226
80.
İlyada, Sayfa 235
81.
İlyada, Sayfa 238
82.
İlyada, Sayfa 239
83.
İlyada, Sayfa 247
84.
İlyada, Sayfa 248
85.
İlyada, Sayfa 249-250
86.
İlyada, Sayfa 258
87.
İlyada, Sayfa 259
88.
İlyada, Sayfa 264-265
89.
İlyada, Sayfa 267
90.
İlyada, Sayfa 276
91.
İlyada, Sayfa 281
92.
İlyada, Sayfa 299
93.
İlyada, Sayfa 300
94.
İlyada, Sayfa 307-308
95.
İlyada, Sayfa 316-317
96.
İlyada, Sayfa 319
97.
İlyada, Sayfa 320
98.
İlyada, Sayfa 321-322
99.
İlyada, Sayfa 327-328
100.
İlyada, Sayfa 329
101.
İlyada, Sayfa 338
102.
İlyada, Sayfa 339
103.
İlyada, Sayfa 340
104.
İlyada, Sayfa 341-343
105.
İlyada, Sayfa 357
106.
İlyada, Sayfa 359
107.
İlyada, Sayfa 360
108.
İlyada, Sayfa 362
109.
İlyada, Sayfa 363-364
110.
İlyada, Sayfa 365-366
111.
İlyada, Sayfa 370
112.
İlyada, Sayfa 371
113.
İlyada, Sayfa 376
114.
İlyada, Sayfa 377
115.
İlyada, Sayfa 378
116.
İlyada, Sayfa 382
117.
İlyada, Sayfa 385
118.
İlyada, Sayfa 386
119.
İlyada, Sayfa 389-391
120.
İlyada, Sayfa 395-396
121.
İlyada, Sayfa 399
122.
İlyada, Sayfa 401
123.
İlyada, Sayfa 408
124.
İlyada, Sayfa 412
125.
İlyada, Sayfa 413
126.
İlyada, Sayfa 414
127.
İlyada, Sayfa 417
128.
İlyada, Sayfa 418-422
129.
İlyada, Sayfa 425
130.
İlyada, Sayfa 427
131.
İlyada, Sayfa 430
132.
İlyada, Sayfa 435
133.
İlyada, Sayfa 436
134.
İlyada, Sayfa 437-438
135.
İlyada, Sayfa 441-443
136.
İlyada, Sayfa 450
137.
İlyada, Sayfa 452
138.
İlyada, Sayfa 453
139.
İlyada, Sayfa 457
140.
İlyada, Sayfa 458-459
141.
İlyada, Sayfa 461
142.
İlyada, Sayfa 463-464
143.
İlyada, Sayfa 466-467
144.
İlyada, Sayfa 471
145.
İlyada, Sayfa 472
146.
İlyada, Sayfa 474
147.
İlyada, Sayfa 475
148.
İlyada, Sayfa 476
149.
İlyada, Sayfa 477
150.
İlyada, Sayfa 479
151.
İlyada, Sayfa 481
152.
İlyada, Sayfa 483
153.
İlyada, Sayfa 484
154.
İlyada, Sayfa 486
155.
İlyada, Sayfa 488
156.
İlyada, Sayfa 490
157.
İlyada, Sayfa 491
158.
İlyada, Sayfa 495
159.
İlyada, Sayfa 503
160.
İlyada, Sayfa 506
161.
İlyada, Sayfa 509
162.
İlyada, Sayfa 512
163.
İlyada, Sayfa 513
164.
İlyada, Sayfa 513-514
165.
İlyada, Sayfa 515
166.
İlyada, Sayfa 517
167.
İlyada, Sayfa 518
168.
İlyada, Sayfa 519
169.
İlyada, Sayfa 521
170.
İlyada, Sayfa 521-522
171.
İlyada, Sayfa 524
172.
İlyada, Sayfa 525
173.
İlyada, Sayfa 526
174.
İlyada, Sayfa 529
175.
İlyada, Sayfa 530
176.
İlyada, Sayfa 531
177.
İlyada, Sayfa 532
178.
İlyada, Sayfa 534
179.
İlyada, Sayfa 537
180.
Paul Mazon, Les Belles Lettres,
http://fr.wikipedia.org/wiki/Paul_Mazon
181.
İlyada, Sayfa 544
182.
İlyada, Sayfa 574
183.
İlyada, Sayfa 575
184.
İlyada, Sayfa 24
185.
İlyada, Sayfa 41
186.
İlyada, Sayfa 44
187.
İlyada, Sayfa 44-45
188.
İlyada, Sayfa 474
Merit Casino Review | Online Casino No Deposit Bonus
YanıtlaSilMerit casino offers players a 바카라 사이트 free spin. This offer is exclusive 메리트카지노 to all new players that 1xbet are registered with the website.