5 Eylül 2015 Cumartesi

Çeviri: Dillerin Dili

Dillerin dilini (1) anlama çabalarına belki de şu sözden başlamak gerekiyor:

"Bir yazın metninin alımlanmasında, aynı iletişim konumunun değişik dillerde oluşması düşünülemez. Neden? Yazarın, yalnız her yerde, her zaman geçerli kalabilecek bir bilgiyi anlatan değil, insan varoluşunun kültürel, tarihsel, yöresel koşulluluğunu da dile getirmiş olmasından dolayı." (2)

Akşit Göktürk'ün, yazın çevirisinin kendine özgülüğünü açıklarken Katharina Reiss'ın 1977 tarihli bir yayınına dayandırarak aktardığı bu yaklaşımın anlatımı şöyle sürüyor:

"Çevirmen ise bu durumda, değişik bir çağda, değişik bir yörede, değişik bir kültürde hem özgün yapıt yazarı ile okurunun konumunu hem de o yazar ile çeviri dili okurunun konumunu kavrayabilmek, bu iki konum arasındaki uçurumu tanılayarak köprüleyebilmek görevini yüklenir. Bu noktada yazınsal çeviri eşdeğerliliği, bir dilsel sözcenin, değişik dillerde, değiştirilmiş zaman, yer, kültür konumunda aynı iletişimsel işlevi gerçekleştirmesiyle sağlanır." (3)

....


Kitapta Akşit Göktürk'ün biyografisi şöyle verilmiş:

"(27 Aralık 1934, Van - 26 Şubat 1988, İstanbul), edebiyat eleştirmeni, yazar ve dilbilimci.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1960). 1961'de aynı fakülteye asistan olarak girdi. 1965'te doktorasını verdi; 1972'de doçent, 1978'de profesör oldu. İngiltere'de Nottingham Üniversitesi'nde (1964-65) ve Almanya'da Konstanz Üniversitesi'nde (1970, 1974-76) araştırmacı olarak çalıştı. Uppsala (İsveç) ve Batı Berlin üniversitelerinde çeviri kuramları ve yöntemleri konulu seminerler yönetti. Robinson Crusoe'nun Türkçedeki ilk tam çevirisiyle 1969 Türk Dil Kurumu (TDK) Çeviri Ödülü'nü kazandı. 1975-83 arasında TDK Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.

1958'den sonra Varlık, Yeni Dergi, Türk Dili, Yeni Ufuklar, Çağdaş Eleştiri gibi dergilerde inceleme yazıları ve çeviriler yayımlayan Göktürk, eleştirilerinde dil çözümlemelerine ve üslup sorunlarına ağırlık verdi.

D. H. Lawrence, E. Kästner, F. Dürrenmatt, Bertrand Russell, T. S. Eliot gibi yazarlardan yaptığı çevrilerle tanınan Göktürk'ün başlıca yapıtları Edebiyatta Ada (1973), Okuma Uğraşı (1979) ve Çeviri, Dillerin Dili'dir (1986)."

....



Füsun Akatlı, Oktay Akbal, Ayşe Nihal Akbulut, Bülent Aksoy, Nazan Aksoy, Ömer Asım Aksoy, Ünal Aytür, Prof. Dr. Oya Başak, Enis Batur, Prof. Dr.Nezahat Baydur, Prof.Dr. Jale Baysal, Adnan Binyazar, Eray Canberk, Mustafa Canpolat, Ahmet Cemal, Cevat Çapan, Yusuf Çtuksöken, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Güngör Dilmen, Dilek Doltaş, İsmet Zeki Eyüboğlu, Edward Foster, Sadık Göksu, Deniz Göktürk, Nazan İpşiroğlu, Özcan Kabakçıoğlu, Sibel Kamışlı, Suat Karantay, Sami Karaören, Arslan Kaynardağ, Nesrin Kasap, Veysel Kılıç, Nilüfer Kuruyazıcı, Onat Kutlar, Sait Maden, Memet Fuat, Berna Moran, Gürel Öğüt, Emin Özdemir, Sevgi Özel, Saliha Paker, S. Serpil Savcıoğlu, O. Senemoğlu, Önay Sözer, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Neslihan Uraz, Mina Urgan, Tomris Uyar, Berke Vardar, TahsinYücel, Ayşegül Yüksel

Kitabın ilk sayfası "Angela'ya" diyor. Ardından Bilge Karasu'nun 1994 tarihli birkaç sözü geliyor.

"Çeviri: Dillerin Dili yeniden basılırken Akşit Göktürk'ün düşünürlüğünü saygıyla, arkadaşlığını sevgiyle anmak isterim."

"Kitap, ilk kez, sekiz yıl önce yayımlanmıştı. Yazarı, arada, bizden ayrıldı. Çeviri: Dillerin Dili'ni yeniden okudum: Ne kadar güncel, ne kadar önemli! Ne kadar çığır açıcı!"
"Önemli iki alanda, okuma ile çeviri alanlarında, uzmanca yazıyordu Göktürk; ama amaçladığı okur öbeği, uzmanların oluşturduğu öbekten çok daha genişti."

"Çeviri karmaşık bir iştir. Onu olanaklı kılacak bir söylemin amaç dilde oluşturulması da öyle. Çeviri üzerine bilgi edinmek, çok önemli bir şeyler öğrenmek isteyenler de, bu konuda nasıl, neler düşünülebileceğinin ipuçlarını bulmak isteyenler de, eldeki kitaptan çok yararlanabilir." (4)


....


Akşit Göktürk kitabın girişini John Keats'in (5) bir şiiriyle yapmış.

"Ünlü ozan John Keats (1795-1821), en güzel şiirlerinden birinde, yurttaşı George Chapman'ın on altıncı yüzyıl sonunda yapmış olduğu bir Homeros çevirisini ilk kez okumanın coşkusunu dile getirir. Eski Yunanca bilmez Keats. Çeviri buluşturur onu Homeros'un yirmi yedi yüzyıl öteden gelen gür sesiyle, düşsel dünyasıyla. Zaman, uzay, dil engelleri birden kalkıverir ortadan. O coşkuyla ozan, bu unutulmaz okuma yaşantısını adı geçen şiirinde ölümsüzleştirir:

"Much have I travell'd in the realms of gold
And many goodly states and kingdoms seen;
Round many western islands have I been
Which bards in fealty to Apollo hold.
Oft of one wide expanse had I been told
That deep-brow'd Homer ruled as his demesne;
Yet did I never breathe its pure serene
Till I heard Chapman speak out loud and bold:
Then felt I like somer watcher of the skies
When a new planet swims into his ken:
Or like stout Cortez when with eagle eyes
He stared at the Pasific -and all his men
Looked at each other with a wild surmise-
Silent, upon a peak in Darien."

"[Çok dolaştım altından ülkelerde
Nice görkemli devletler krallıklar gördüm:
Gezdim batının birçok adasını
Ozanların Apollon'u yücelttiği.
Hep adını işittim koca bir ülkenin
Alnı geniş Homeros'un egemenlik sürdüğü;
Ama hiç solumadım o ülkenin duru havasını
Chapman'ın gür yiğit sesini işitene değin:
Bir yıldız gözlemcisi gibiydim o an
Görüş alanına yeni bir gezegen giren;
Ya da yiğit Cortez gibi kartal gözleriyle
Pasifik'i süzen -bütün adamları
Birbirine bakarken çılgın bir şaşkınlıkla-
Sessizce, Darien'deki bir uçurumdan.]"

Keats'in bu şiirde George Chapman'ın Homeros çevirisini ilk kez okumanın coşkusunu dile getirdiğini belirtmiş, yazın metni çevirisini anlatmış:

"Eski Yunanca bilmez Keats. Çeviri buluşturur onu Homeros'un yirmi yedi yüzyıl öteden gelen gür sesiyle, düşsel dünyasıyla. Zaman, uzay, dil engelleri birden kalkıverir ortadan."

"Çevirinin ne etkili olabileceğini, duyarlı bir okur bilincinde ne büyük yankılar uyandırabileceğini kanıtlamaya yeter bu dizeler. Çok gezmiş dolaşmıştır güzelliğin altın ülkelerinde şiirdeki kişi. Görkemli devletler, krallıklar görmüştür. Batıda adalar görmüştür, sanat yaratıcılığının tanrısı Apollon'un ozanlarca yüceltildiği. Bu arada, koca Homeros'un egemenlik sürdüğü, alabildiğine geniş bir ülkenin varlığını hep işitegelmiştir. Ama Chapman'ın gür, yiğit sesiyle karşılaşıncaya değin, Homeros egemenliğindeki o dünyanın duru havasını soluyamamıştır hiçbir zaman. Chapman'ın çevirisini okur okumaz, görüş alanına yepyeni bir gezegen girmiş bir gökbilimci gibi duyar kendini. Pasifik Okyanusu'nu açınladığında, Panama Boğazı'ndaki bir burundan, kartal gözleriyle enginleri süzen, yaman denizcidir kendisi şimdi. Çılgın bir kuşkuyla birbirlerine bakan şaşkın adamları, olanları anlamamışlardır bile."
"Keats'in şiirindeki 'yeni bir gezegen' ya da engin 'Pasifik' imgelerinin belirttiği gibi, yazınsal çevirinin önemli bir işlevi, daha önce çok işitmiş bile olsak, iyice tanımadığımız bir düşsel kurmaca dünyayı açabilmesidir bize. Hem de, algısı kendi alışılmış dünyasıyla körelmiş olanların şaşkın bakışları arasında. Başka bir deyişle, daha önce tanınmayanın kavranışı, çeviride en can alıcı etkidir. Çevirmen için de böyledir bu, çeviri okuru için de."
"Böyle görüldüğü an çeviri, salt dilbilimsel bir işlem olmaktan çıkar. Anlamın yabancı bir dilden tanıdık bir dile aktarılması değildir çeviri yalnız."

"Her dil, belli bir kültürün göstergeler dizgesiyle, belli uzlaşımlar, töreler, davranışlar, değer ölçüleriyle, kısacası somut insan yaşamıyla iç içedir. Her yazın metninde sunulan kurmaca dünyanın art-alanında da, bütün bu etkenler yürürlüktedir. Başka dillerin tanımladığı başka dünyaların tanıtılmasıdır çeviri bu yönüyle."

Jakobson, Ludskanow, Lawendowski ve Wilss kaynaklarını belirterek çevirinin dilbilimin olduğu ölçüde göstergebilimin de konusu sayıldığını söylemiş:
"Doğal diller arasında, yalnız soyut dilbilimsel düzeneklerle işleyen bir etkinlik değildir. Dilbilimin olduğu ölçüde göstergebilimin de konusu sayılması bu özelliğinden ileri gelir. İnsanın kendi yaşam çevresi dışındaki olgularla düşleri bilme çabasının bir sonucudur çeviri. Değişik toplulukların, ulusların, bilim, sanat, düşünce alanındaki çabalarını birbirleriyle paylaşabilme yoludur. Bu yol, insanoğlunun ayrı diller konuşması gerçeğinin yanı sıra, Babil'den beri hep var olagelmiştir. Bu yönüyle tek tek diller ötesinde bir ortak dildir çeviri, dillerin dilidir. Kıskanç bir tanrının, insanoğlunu bölüp dağıtmasından doğan olumsuz sonuçlara. Prometheus'ça bir başkaldırmadır."
"Keats'in şiirinde coşkuyla dile getirildiği gibi, çeviri yeni bilgi alanlarına açılmanın yoludur. Tarih boyunca birçok uygarlıkta, aydınlatma dönemleri çeviriyle başlamıştır. Her toplumda, her çağda, sanat, bilim, düşünce alanlarında özgün yaratıcılığın, açık ya da dolaylı olarak, çeviriyle beslendiği su götürmez bir gerçektir. Bu nedenle çevirinin kendisi, son yıllarda gitgide daha çok önem kazanan bir inceleme konusu durumuna gelmiştir."

Çeviribilim adı verilen araştırma alanının yanıtlamaya çalıştığı başlıca soruları sıralamış:
"Nasıl bir dilsel kültürel olgudur çeviri? Çeviri sürecinde söz, anlam, iletişim açısından hangi etkenler yürürlüktedir? Yazar, çevirmen, çeviri okuru ilişkisi ne gibi özellikler gösterir? Hangi tür metinler hangi yöntemle çevrilmeyi gerektirir? Metinlerin yapısı, dilsel işlevleri, çeviri açısından nasıl çözümlenebilir? Hem bu çözümlemede, hem de çevirinin değerlendirilmesinde, çeviri eleştirisinde uygulanabilecek ölçütler nelerdir? Çeviri öğretiminin temel ilkeleriyle yöntemleri ne olmalıdır?"

Çeviribilimin yazın çevirisiyle yeterince ilgilenmediğini belirtmiş:

"Çeviribilim, çeviri olgusunu çoğunlukla bir bütün olarak ele alır. Dolayısıyla, sık sık genel kuralların dışına düşen, kendine özgü birtakım işlemler kullanan yazın çevirisiyle yeterince ilgilenmez. Oysa, çevirinin en yaygın uygulama alanından biri olagelmiş yazın çevirisinin, çağdaş metinbilim, göstergebilim, yazınbilim ışığında, hem kuram hem de yöntem açısından enikonu irdelenmesi gerekir."
Kitabın kapsamını açıklamış:
"Bu çalışma kendi sınırları ölçüsünde, yazın çevirisinin genel çeviribilim içindeki yerini belirlemeye yönelik bir çabadır. Böyle bir amaçla, ilk üç bölümde çeviri, bir metin kuramından yola çıkılarak, genel iletişim açısından ele alınmış, sonraki üç bölüm ise, gene metin kuramı çizgisinde, yazın çevirisinin kendine özgü konumu ile sorunlarını betimlemeye ayrılmıştır. Yedinci bölüm de, çeviri eleştirisinin kuramsal temeli, yöntemleri, ölçütleri konusunda açıklamalar, gözlemler, öneriler içeriyor." (6)

....

Göktürk çalışmayı "yazın çevirisinin genel çeviribilim içindeki yerini belirlemeye yönelik bir çaba" olarak nitelendirmiş. İlk üç bölümde çevirinin bir metin kuramından yola çıkılarak genel iletişim açısından ele alındığını, sonraki üç bölümünse yazın çevirisinin kendine özgü konumu ile sorunlarını betimlemeye ayrıldığını belirtmiş.

Kitap yedi ana bölümden oluşuyor.

I. ÇEVİRİ İLE DİL
II. DİLSEL İŞLEV İLE ÇEVİRİ
III. ÇEVİRİBİLİM AÇISINDAN METİN TÜRÜ
IV. YAZIN METNİNİN ÇEVİRİSİ
V. KURAMSAL BELİRLEYİMLER
VI. EŞDEĞERLİLİK-YETERLİLİK
VII. ÇEVİRİ ELEŞTİRİSİ

....


I. ÇEVİRİ İLE DİL


İlk bölümün girişinde çevirmenin görevi, "tek tek sözcükler ya da tümcelerden çok metinleri çevirmek" olarak tanımlanıyor, çevirmenin hem kaynak dilin, hem de çeviri dilinin işleyiş düzenini çok iyi bilmesi, ikisinde de dilbilgisel öğeleri çözümleyebilecek yetide olması gerektiği vurgulanıyor:

"Her metni, içinde oluştuğu toplumsal konum gereği belirleyen birtakım iletişimsel özellikler vardır. Bu özellikler, metnin göndericisine, alıcısına, iletisinin niteliğine göre değişiklik gösterir."

"Birbirine benzer iletişimsel işlevi olan metinler, dilden dile apayrı dilsel eşdeğerliliklerle olsa bile, benzer bir yöntemle aktarılmayı gerektirebilir."

"Bir metnin iletişimsel özellikleriyle, çevirisinde benimsenecek tutum arasındaki ilişki, ilkçağdan beri çeviri araştırmasının üzerinde durduğu noktalardan biri olmuştur."

Konu altı alt başlıkla inceleniyor:

1. Sözcükler mi, Anlam mı?
2. Hangi Metne Hangi Yöntem?
3. İletişim Açısından Çeviri
4. Metnin Alıcısı
5. Metnin İletisi
6. Metnin İşlevi

Çeviri sorununa metin türü açısından bakan ilk çevirmen olarak Latince'ye Kutsal Kitap'ın ünlü Vulgata çevirisini yapan ermiş Hieronymus'un (348-420) adı verilerek ilkçağın bir başka ünlü çevirmeni Cicero'nun (İÖ 106-43) izinden gittiği, iki temel çeviri tutumundan söz ettiği belirtiliyor:

verbum e verbus: sözcüğü sözcüğüne çeviri
sensum exprimere de sensu: anlamın çevirisi

Cicero kendi çevirilerinin hemen hepsinde anlamın özgürce aktarılmasını benimsemiş. Hieronymus ise genel olarak Kutsal Kitap metni için sözcüğü sözcüğüne bir çevirinin, dindışı metinler için de anlam çevirisinin uygun düşeceğini belirtmiş. Yüzyıllar boyunca birçok çevirmen ya Cicero'nun "ut interpres" diye adlandırdığı sözcüğü sözcüğüne çeviri, ya da "ut orator" dediği anlam çevirisine bağlanmış, bunlardan birinin doğruluğunu ötekine karşı savunmuş.

19. yüzyıl başında Alman düşünürü, tanrıbilimci Friedrich Schleiermacher (1768-1834) Berlin'de Krallık Bilimler Akademisi'nde okuduğu "Çevirinin Değişik Yöntemleri Üstüne" başlıklı incelemesinde, çevrilen metin türüyle uygulanacak çeviri yöntemi arasındaki ilişkiye özel bir önem vermiş, düşüncelerinin çeviri kuramının gelişmesine katkısı büyük olmuş.

Schleiermacher metinleri genel olarak iki öbekte değerlendirmiş, bir yanda sanat metinleriyle bilimsel metinler, öte yanda gündelik iş yaşamını ilgilendiren metinler.

"İş yaşamında, konu ya da nesne öncelik taşıdığı için, anlam her zaman tektir, değişik yorumlara açık değildir. İş yazışmalarında belli edimleri yansıtan kalıp sözler, bu tür metinlerde dilin, ancak belirli bir anlam taşıyıcısı olduğuna kanıttır. Bilim ile sanat metinlerinde ise yazar, konusunu, nesnesini, özgün dil kullanımıyla, kendisi oluşturur."

Göktürk gündelik iş metinlerindeki anlamın saptanmış niteliğiyle doğrudan doğruya kavrandığını ve değişik kişilerce kavranışının pek ayrımlılık göstermediğini, öznel dil kullanımıyla oluşmuş bilim-sanat metinlerininse alışılmış anlam kalıplarının ötesine geçmeyi amaçladıklarından çoğul anlamlı iletilerinin ancak yorumla ve dolaylı olarak kavranabileceğini belirtiyor.

"Bu tür metinler, var olan iletişim kalıplarını, belli sözlerle deyimleri, korumaya, sürdürmeye değil, özgünlüğe yönelirler. Gerçekte bu özgünlük, bu var olan kalıpları kırma, eskiyi aşma eğilimi, bilim-sanat metinlerinin başlıca özelliği olan canlılığın da kaynağıdır. Bu tür metinlerin çevirisinde, yazarın aktarılması büyük önem taşır Schleiermacher'e göre. Bu noktada, metin türüne uygun çeviri tutumunu belirlerken, biri okurun yazara götürülmesi, biri de yazarın okura götürülmesi olmak üzere iki yöntemden söz eder. Sanat metinleriyle bilim metinlerinde tutulacak çeviri yolunun, okurun yazara götürülmesi olduğunu düşünür."

Göktürk, Scheleiermacher'ın ayrımında bilimsel metinler için ileri sürülen yazarın bireyselliğinden gelme özgünlük nitelemesinin, insan bilimleri için doğru olabilse bile, bilimin gelişmesi sonucunda deneysel bilimler için geçerliliğini yitirmiş olduğunu söylüyor.

İletişim açısından çeviriyi değerlendirirken iki kuramdan söz ediyor: "Metiniçi dilsel örgüleri inceleyen dilbilimsel metin kuramı ile metindışı dilsel-toplumsal örgüleri inceleyen iletişimsel metin kuramı".

"Bir metnin kendi somut dilbilimsel işlevleriyle kendi dışındaki hangi okura ulaşmak istediği, çeviri açısından önemli bir noktadır" diyerek gönderici ile alıcının düzeylerinin, yazarın okura nasıl önyargılarla yöneldiğinin önemli olduğunu, metin dışı etkenlerin göz önünde tutulup tutulmamasının metnin işlevsel yapısını etkilediğini, iletinin konusunun ve metnin amacının önemli olduğunu belirtiyor.
(7)


II. DİLSEL İŞLEV İLE ÇEVİRİ


İkinci bölümün girişinde çeviri araştırmasının metin dilbilimi ve metin yorumu çalışmalarıyla ilgili olduğu, ancak bu ilginin soyut sınıflandırmalardan çok, metinlerin iletişim özelliklerine yönelik olduğu belirtiliyor.

Konu dört alt başlıkla inceleniyor:

1. İşlevle İlgili Görüşler
2. İşlev Açısından Çevrilebilirlik Sorunu
3. Metin Ana-türleri
4. Metin Alt-türlerine Doğru

Metin dilbilimi açısından ilginç görüşlerden birinin C. K. Ogden ile I. A. Richards'ın 'The Meaning of Meaning' (Anlamın Anlamı) adlı yapıtında karşımıza çıktığı vurgulanarak dilin beş temel işlevi aktarılıyor:

1. Belli bir anlama yapılan göndermenin simgeleştirilmesi.
2. Dinleyiciye yönelik tutumun açığa vurulması.
3. Göndergeye yönelik tutumun açığa vurulması.
4. Amaçlanan etkinin uyandırılması.
5. Anlama yapılan göndermenin desteklenmesi.

Yazarların birinci işlevi nesnel bir anlamın dilsel simgelerle betimlenmesi olarak gördükleri, diğer dört işleviyse duygusal ya da uyarıcı kullanım kapsamında değerlendirdikleri, bu tür dil kullanımıyla oluşan metinlerde alıcıda uyandırılan tepkinin niteliğinin önem taşıdığı, örneğin sanat yapıtlarında bu kullanım biçiminin ağırlıklı olduğu, yazarların görüşünün yirminci yüzyılın ilk yarısında dilbilim ve yazın eleştirisi alanında etkili olduğu belirtiliyor.

Karl Bühler'in 1934'te yayımlanan Dil Kuramı adlı yapıtında ruhbilim doğrultulu "Organon Modell" bölümlemesinde geliştirdiği temel dilsel göstergenin üç ana işlevi aktarılıyor:
1. Betimleme İşlevi
2. Anlatım İşlevi
3. Seslenme İşlevi

Roman Jakobson'un 1964'te getirdiği dilsel gelişme olgusunun genel açıklamasında ve M. A. K. Halliday'in 1970'in ilk yıllarında ekledikleri üçer ana işlevden söz ediliyor:

Roman Jakobson:
1. İlişkisel İşlev
2. Üst-dilsel İşlev
3. Şiirsel İşlev

M. A. K. Halliday:
1. Kavramsal İşlev
2. Kişilerarası İşlev
3. Metinsel İşlev

Göktürk, temelde iki işlevden söz ediyor:

1. Nesnel bilgi içeriklerinin dile getirilmesiyle ilgili olanlar.
2. Duygusal-anlatımsal nitelikli olanlar. (8)

Çeviri araştırmasının soyut metin kuramlarından daha çok, dilin dilbilim, toplumbilim, ruhbilim gibi alanlarından, öte yandan yazınbilimden yararlanarak, metinler karşısında sürdürülecek bir çeviri uğraşının ilkelerini saptamaya çalıştığını belirterek Albert Neubert'in değişik dil işlevlerinden oluşmuş metinler için çevrilebilirlik açısından verdiği sıralamayı aktarıyor:

1. Özellikle kaynak dile yönelik metinler.
2. Öncelikle kaynak dile yönelik metinler.
3. Hem kaynak dile hem çeviri diline yönelik metinler.
4. Öncelikle ya da Özellikle çeviri diline yönelik metinler.

Kaynak dile yönelik metinlere örnek olarak yazınsal metinler veriliyor. Bu sıralamadaki her metin türünün çevrilebilirlik derecesinin ötekilerden ayrı olduğu, yazın türlerinin çevrilebilme koşullarının bir genelleme ile açıklanamayacağı, çevrilebilirlik niteliğinin bir şiirden, bir romandan, bir oyundan ötekine değişebileceği belirtiliyor. (9)

Katharina Reiss, Bühler'in üç dilsel işlevin değişik türde metinler oluşturduğu görüşünden yola çıkarak metin ana türleri üzerinde temellenmiş bir çeviri kuramı geliştirmeye çalışmış. 1971 tarihli bir incelemesinde çeviri eleştirisinin olanaklarını ve sınırlarını konu almış. Bühler'deki betimleyici işlevin içerik, anlatım işlevinin biçim, seslenme işlevinin de çağrı ağırlıklı olduğunu belirtmiş. Başka yollardan yayılan radyo televizyon oyunları, şarkı opera sözü gibi metinleri dördüncü bir tür olarak görüp işitsel araçlı olarak adlandırmış. Daha sonra yanlış anlamaları önlemek için kavramlarında değişiklik yapmış. 1983'te yayımladığı bir çalışmasında bölümlemesini bilgilendirici ve anlatımcı diye adlandırmış. 1984'teki bir yayımında dördüncü metin türüne verdiği adı çok araçlı olarak düzeltmiş. (10)

Göktürk, üç temel dilsel işlevden yola çıkılarak geliştirilmiş metin anatürleri görüşünün bütün diller için geçerlilik taşıdığını, betimleyici, anlatımcı ve seslenici nitelikte her dilde sayısız örnek bulunabileceğini, çeviride gözetilecek temel ilke kaynak dil metnindeki işlevlerin çeviri metninde de sürmesi olduğu için metin ana türleri yaklaşımının sağlıklı bir çıkış noktası sağlayabileceğini belirtiyor. Ancak her metnin iletişimsel yapısının tek işlevle açıklanamazlığı nedeniyle çevirmeni sayısız sorunun beklediğini ekleyerek Robert de Beugrande ile Wolfgang Dressler'in betimleyici metinler, anlatı metinleri, tartışma metinleri, yazın metinleri, şiirsel metinler, bilimsel metinler, öğretici metinler gibi türlerle getirdikleri ayrımdan ve toplumdaki metin geleneklerinin etkisinden, çevirmenin ayrıntıları hem kaynak hem çeviri dilinde kavraması için diller ardındaki kültürleri yeterince tanıması gerektiğinden söz ediyor. (11)


III. ÇEVİRİBİLİM AÇISINDAN METİN TÜRÜ


Akşit Göktürk metin türlerinin toplumsal iletişim işlevlerine göre ayrıntılı olarak bölümlenmesinin önemine değinip Reiss ve Vermeer'in 1984 tarihli bir yayınına dayanarak metin türlerinin ilk elde yalın, karmaşık ve önceli metin türleri olarak üç öbekte toplanabileceğini söyleyerek konuyu dört alt başlık altında işliyor:

1. Metin Gelenekleri
2. Dilin değişik Düzeylerinde Metin Geleneği Etkisi
3. İletişim Açısından Metin Türü
4. Metin Türü Geleneği ile Çeviri

"Dil içindeki metin gelenekleri, kültürün akışına göre değişikliklere uğrayabilirler. Gerçekte, sessizce etkilerini yürüten bu gelenekler, yazılı olmayan kurallar gibidir." (12)

"Yazın metinleri çoğunlukla, yalnız anlatım değil, büyük ölçüde bir sesleniş, çağrıdır da. Seslendikleri alıcıya göre, yazarın yenilik, yaratıcılık eğilimine göre biçimlendiklerinden, bu metinlerde geleneğin payı, tek tek metinleri belirleyecek genelgeçer kalıplar sağlamak değildir." (13)

İletişim açısından metin türü geleneklerinin tanınmasının anlamına değinen Göktürk, üç etkiden söz ediyor. "Bunlardan birincisi, hangi gelenekten bir metin karşısında olduğumuzu gösterecek belirtilerdir. İkincisi, belli bir beklenti durumunun uyandırılması, üçüncüsü de metni kavrayışımızın yönlendirilmesidir." Bunları açıklamak için mahkeme kararı, kısa hayvan öyküsü ve maç yazısı, yayınevi reklamı ve eleştirmen yazısı örneklerini veriyor.

"Böylece bu iki okuyuştan her birinde, metni başka bir dilsel işlevin, başka bir metin türü geleneğinin örneği olarak görürüz. Bütün bu ayrıntılar, metinlerin doğru anlaşılmasını sağladıkları gibi, çevirmence bilincine varıldıklarında sağlıklı bir çevirinin de temelini oluştururlar." (14)

Metin türlerini bütün diller için geçerli genel metin türleri, birden fazla dilde bulunan metin türleri ve tek dile özgü metin türleri olarak üç grupta değerlendiriyor.

"Birinci öbekte, bir yazı kültürü olan her dilde bulunabilecek masal, destan, mektup, sözleşme, şiir; ikinci öbekte, sone, gazel, balad, 'limerick'; üçüncü öbekte de Japon 'no' oyunları ya da 'haiku' şiirleri, Türkçe'deki mani gibi metinler yer alır."

Metin türü gelenekleriyle ilgili ayrıntılı bilginin, değişik metinlere uygulanacak doğru çeviri yönteminin saptanmasında sağlayacağı yararı vurguluyor:

"Metin türünün geleneği her yönüyle göz önünde tutulabilirse, hangi metinlerin iletişimsel yöntemle, iletinin aktarılmasına ağırlık verilerek çevrilebileceği, buna karşılık hangi metinlerin dilsel biçimine ağırlık verilerek çevrilmesi gerektiği daha kolay kararlaştırılabilecektir." (15)

Çevrilmesi söz konusu olan metnin çeviri dilinin kültür dizgesi içinde daha önce bir geleneği olmaması durumunda çeviri metninin çeviri dilinde yeni bir geleneğin başlamasında etkili olabileceğini, Even-Zohar 1978 ve Toury'nin 1980 tarihli yayınlarını referans vererek bu durumun daha çok yazın alanındaki metin türlerinde görüldüğünü belirtiyor, örnekler veriyor:

"Sözgelişi, Türk yazınında belirli geleneği bulunmayan roman türü, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında batı yazınından ünlü örneklerin çevrilmesiyle tanınmış, böylece Türkçe'de yeni bir metin türü geleneği başlamıştır."

"Öte yandan, Arapça'da, Farsça'da, Osmanlıca'da yaygın bir gelenek olan gazel türü biçim olarak Almanca'ya on dokuzuncu yüzyıl başlarında Schiller, Goethe, Rückert, Platen gibi ünlü yazarlarca aktarılmakla birlikte, Alman dilinde sürekli bir metin geleneği oluşturamamıştır. Tıpkı İngilizce'de Edward Fitzgerald'ın 1859'da yayımlanan 'Rubaiyat of Omar Khayyam' çevirisinin, büyük etkisine karşın İngilizce'de 'rubai' benzeri bir metin geleneği oluşturamaması gibi."

"İtalya'da on dördüncü yüzyıl sonlarında ortaya çıkan, İngiliz yazınına on altıncı yüzyıl başlarında Wyatt ile Surrey aracılığıyla aktarılmış sone geleneği ise, hem İngilizce'de hem de öbür Avrupa dillerinde yüzyıllar boyu sürecek yeni bir metin alt türü geleneğini başlatmıştır."

"İngiliz yazınının en zengin metin geleneklerinden biri olan deneme türünün, daha doğrusu deneme söyleminin oluşmasında, John Florio'nun 1603'te yayımladığı Montaigne çevirisinin payı tartışılmaz önemdedir." (16)

Yabancı dildeki bir metnin alıcı dildeki metin geleneklerinin hiçbirine oturmaması durumunda birçok deyimin ve kavramın yeterli açıklamalarla aktarılmasının gerekeceğini belirtiyor, sanat metinlerindeki biçemsel özelliklerin önemini vurguluyor:

"Metin türü ile kaynak dil ya da çeviri dili gelenekleri arasındaki ilişkile konusunda bu gözlemlerden varılabilecek sonuç, betimleyici, bilgilendirici, kullanmalık metin türlerinin çoğunlukla iletişimsel bir çeviri yöntemiyle her şeyden önce iletinin, bilgi içeriğinin aktarılması gözetilerek çevrilebileceği, kurmaca nitelikli sanat metinlerinde ise metin örgüsündeki dilsel, yapısal özelliklerin öncelik kazandığıdır. Böyle metinlerin çevirisinde, çeviri dilinde yalnız içerik yönünden değil, ses, sözcük, sözdizimi özelliklerine, bütün yapı öğelerinin düzenlenişine, bu öğelerin kendi aralarına etkileşimlerine, bir eşdeğer bulmak zorunludur." (17)


IV. YAZIN METNİNİN ÇEVİRİSİ


"Metinlerin ana işlev türlerine göre yapılan bölümlemede, en büyük güçlük, anlatımcı diye adlandırılan işlevi, somut metin örneklerinde tanımlayabilmek, irdeleyebilmektir."

Akşit Göktürk, yazın metninin çevirisini konu alan bölüme böyle başlıyor. Dilin değişik amaçlara yönelik işlevlerini inceleyen kuramcıların (Ogden ve Richards, K.Bühler, J. L. Austin, Jakobson, Halliday, Reiss adlarını veriyor) ortak yönlerinin iki ana işlev öbeğine yer vermeleri olduğunu belirtiyor, "gerçek nesneler, olgular durumlarla ilgili bilgi, gözlem, düşünme aktarımına yönelik olan birincisi kullanmalık metinlerde, yaratıcı buluş ile bilginin aktarımına yönelik olan ikincisi, kurmaca metinlerde etkilidir" diyor. "Dilbilimin bir neredeyse yan dalı olarak geliştirilen çeviri araştırması"nın yazın metinlerini iletileri ve dilsel düzenlenişleri açısından "bilimsel kesinlikte ölçütlere vurulamazlıklarından dolayı" göz ardı etmesinin başlıca nedenini, "çoğunlukla kurmaca nitelikli olan yazın metninin, dilin sözcük, sözdizimi, anlam kurallarına sıkı sıkıya bir bağlılıkla değil, anlamda, deyişte, anlamın göndergesinde, sürekli bir değişiklikle, yaratıcı yenilikle oluşması" olarak açıklıyor. Göstergebilim açısından bakıldığında bir yazın metninin kavranışında yazar ile okurun tepkisinin gündelik dil kullanımındaki genel kuralın tersine her zaman birbirini bütünler nitelikte olmadığını vurguluyor:

"Birçok durumda okur, bir yazın metnindeki örtük anlamları da kendi kavrayışınca açık kılma eğilimindedir. Bu örtük anlamların, bireysel okurlarca hangi yönde açık kılınacağı ise, yazarca öngörülmüş bir şey değildir."

Yazın metninin bu işlevsel özelliğini uzmanların değişik biçimlerde adlandırdıklarını belirterek Mukarovsky'nin "doğal devinim yitimi" (1964), Eco'nun "açıklık" (1968), Ingarden'in "çok sesli uyum" (1968), Iser'in "belirlenmemişlik" (1970), Schmidt'in "çoğul işlevlilik" (1971) ya da "çok-değerlilik" (1979) kavramlarından, yazın metninin anlamını okuyucunun yaratıcı edimiyle kazandığından söz ediyor:

"Gerçekte yazın okuru, metin içinde, yaratıcı bir düşgücünün katkısıyla yol alır anlama doğru. Metnin anlamını kendisi yaratır bir bakıma, hazır bulmaz."

Yazın metninin Wittgenstein'ın deyimiyle kurallarını kendi içinde taşıyan bir dil oyununun sürdürülmesini gerektirdiğini, yerleşik algı alışkanlıklarımız çerçevesinde yorumlanamayacağını söylüyor:

"Çeviri araştırmasını yazın metni işte bu noktada zorlar, katı, kesin yöntemlerle ele alınmaya gelmez. Sözgelişi, hiçbir şiir, okurunu doğrudan doğruya metin dışı bir gerçekliğe göndermez. Dilsel gösterge olarak şiir ile metin dışı herhangi bir nesne ya da durum arasında karşılıklı, örtüşen bir ilişki yoktur. Kendi başına, bağımsız bir dilsel bütündür yazın metni."

Yaratıcı yazarların bilinen dil kurallarıyla, hazır verilerle değil, yepyeni dilsel bireşimlerle çalıştığını, (Catford'un 1965 tarihli çalışmasına atıfta bulunarak) sesi sözcüğü yapıyı, sözdizimini en beklenmedik bileşimlerde kullanabildiklerini vurguluyor:

"Bu nedenle de, yazın metni çevirmeninin durumu, uygulamalı bilgi alanlarından, özel amaçlı uzmanlık metinlerinden çeviri yapan bir kimseninkine benzemez." (18)

Kullanmalık metinlerde (Wills'in 1982 tarihli çalışmasına atıfta bulunarak) metin içi ile metin dışı anlam göndergelerinin özdeşliğine, bu durumun sözlük ve sözdizimi yönünden bir kalıplaşmaya, gelenekleşmeye daha elverişli olduğuna, kesin bilgiye yöneldikleri için daha çok sözcüklerin düzanlamlarından yararlandıklarına değinerek yazın metinlerinin özelliklerini açıklıyor:

"Yazın metinlerinde yalnız düzanlamlarından değil, büyük ölçüde yananlamlarından da yararlanılır. Üstelik bu yananlam ilişkileri, dilin yerleşik düzenlerinde var olan anlam alanlarındaki belli olasılık dizilerine dayanmak zorunda değildir."

"Özgün olmak, yeni olmak, varlığının temelidir sanat metninin. Çok yönlülüğünün, belirsizliğinin, çok anlamlılığının başlıca nedeni de budur."

Yine Wills'e atıfta bulunarak yazın çevirisinin iki güçlüğünden söz ediyor:

"Yazın metinlerindeki yananlamların dilin genel yapısında, her sözcüğün ardında yer alan alışılmış anlam dizilerine göre seçilmeyişi, dolayısıyla da ancak çağrışımsal, yorumbilgisel işlemlerle kavranabilmesi."

"Özgün metin dilindeki, karmaşık, çok yönlü alımlama koşullarının, çeviri metnin dilinde de yaratılması zorunluluğu."

Temel sorunun, özgün metin dilindeki yananlamların, çeviride de yeterli etkiyle üretilip üretilmeyeceği olduğunu belirtiyor. (19)

Çeviribilim İçinde yazın çevirisinin yerini anlatırken değişik işlevli metin türlerinin toplumda belli uzlaşımlar, kalıplaşmış geleneklerle kurallar oluşturduklarını, sözcük, dilbilgisi, deyim, metin kuruluşu, metin yapısı, metin biçimi, noktalama gibi düzeylerde geleneksel kurallaşmalardan söz edilebileceğini, yazın metinlerininse böyle bir kurumlaşmadan uzak olduğunu söylüyor:

"Yazın metninde ise, roman, şiir, oyun, deneme gibi türler için son derece esnek biçim tanımları dışında, hiçbir dil düzeyinde (ses, sözcük, anlam, sözdizimi, bütün yapı) kalıplaşmadan söz etme olanağı yoktur. Her somut yazın metni yeni bir olgudur karşımızda."

Rolf Kloepher'in yazın metinlerinin çevirmenliği ile yazındışı metinlere yönelik çevirmenlik arasında kesin bir ayrım gördüğünü, onun da Schleiermacher'i izleyerek gerçek anlamda çevirmenliğin yazın çevirmenliği olduğunu, yazındışı çevirininse dilmaçlık olarak adlandırılabileceğini ileri sürdüğünü aktarıyor.

"Çevirinin temel sorunları Kloepher'e göre on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda araştırılmış, Diderot, Goethe, Schleiermacher, Wilhelm von Humboldt gibi düşünürlerin bu alanda büyük katkıları olmuştur" diyerek "bütün bu araştırmalar sonucunda saptanmış olan belli başlı çeviri yöntemleri olarak şunları sıralıyor:

1. Tanrı dilinin insan diline çevirisi
2. Sözcüğü sözcüğüne çeviri
3. Özgür çeviri
4. Güvenilir çeviri

Kloepher'e göre yazın çevirisi için benimsenebilecek yöntemin, Schleiermacher'in kendi anadiline yapılacak çeviriler için saptadığı "yabancılaştırma", "Almancalaştırma" tutumlarının bir orta yolu olan dördüncü yöntem olduğunu belirtiyor:

"Bu tür çeviride çevirmen yalnız kaynak metne ya da yalnız çeviri okurunun beklentilerine bağlı kalmak gibi, tek doğrultuya saplanmaz, bu iki etkeni de yerine göre sürekli göz önünde tutar. Çeviri metin, kaynak metnin dil ile kültür dünyasını, gereken ölçüde yankılandırmalıdır." (20)

"Çeviri, yaratarak yazmaktır - ama gelişigüzel anlamda, olanı yeniden yazmak ya da aktarmak değil, yazarlığın yazarlığıdır. Novalis belki de bu anlamda, ozanınozanı diye söz ediyordu çevirmenden." (21)

Jiri Levi'nin, Cicero'dan beri bağımlı-özgür, metne bağlı-sanat nitelikli, yabancılaştırıcı-Almancalaştırıcı türünden çift kavramlarla adlandırılagelmiş çeviri yöntemlerini yanılsamacı olan ve olmayan yöntemler olarak başlıca iki öbeğe ayırdığını söylüyor:

"Bunlardan birincisi, çeviri yapıtın okurda bir özgün yapıt okuyormuş yanılsamasını uyandırmasının amaçlandığı durumdur. İkincisi de çevirinin okurda böyle bir yanılsama uyandırmamasına, tersine, özgün değil çeviri bir metin okuduğu bilincinin sürdürülmesine yönelik durumdur."

"Levy'nin kendi çeviri anlayışı da yanılsamacı, dilbilim yönünden işlevselci, estetik yönden gerçekçidir. Bu anlayışta özellikle gene Prag Okulu kökenli işlevselci bir metin kavramı ile, etki kavramı ağır basar." (21)

Levy'nin bir çeviri sürecinde saptadığı aşamaları aktarıyor, çeviri kuramına katkısından söz ediyor:

1. Metnin, yazınsal, biçemsel yönden bir sanat yapıtı olarak bütünüyle kavranışı.
2. Metnin, anlam çekirdeğinin bulunarak yorumlanması.
3. Metnin, birtakım dilsel, biçemsel dizgeler arasında karşılıklı bir uygunluk gözetilerek, bir sanatsal biçemle aktarımı.

"Levy çevirmenin bir ölçüde, hem dilbilimci, hem yazın kuramcısı, hem de eleştirmen niteliği taşıması gerektiğine inanır."

"Levy'nin Almanca'ya 1969'da çevrilen yapıtının altbaşlığında "Bir Sanat Türünün Kuramı" (Theorie einer Kunstgattung) sözcükleri yer alır. Başlıktaki bu sözcükler, onun yazın çevirisini kendine özgü bir sanat dalı olarak gördüğünü daha ilk bakışta kanıtlar."

Sanat çevirisini yazın araştırmasıyla yakından ilgili gören kuramcılar arasında Ortega Y Gasset, Ralph Rainer Wuthenow, Andre Lefevere adlarını veriyor, yaptığı Ortega Y Gasset alıntısına dayanarak hiçbir yazın metninin çevirisinin, özgününün tıpkısı olmaya yeltenemeyeceğini vurguluyor:

"Çeviri özgün metnin tıpkısı değildir. Aynı yapıtın başka bir sözcük dağarcığıyla oluşması değildir, böyle olmayı da amaçlayamaz. Şunu özellikle belirtip vurgulamamız gerekir, çeviri kendine özgü ölçütleriyle, amaçlarıyla apayrı, bütün öbür yazın türlerinden başka, özel bir yazın türüdür."

Çeviride ağır basan amaç bir temel bilginin iletilmesi olduğundaysa, dilsel göstergenin kesin anlamlara götürmek zorunda olduğunu, dile getirilen bilginin doğrulanabilir, genelgeçer nitelikte olması zorunluluğunun bulunduğunu belirtiyor, bir kimya metni çevirisi örneği üzerinden açıklıyor:

"Dolayısıyla özgün metnin yazarı, dilin ses, sözcük, sözdizimi, anlam düzeylerinde öznel biçem deneylerine girişmemiş, elden geldiğince doğrudan doğruya bir dille, yananlamlardan çok, ilgili bilim alanının genel terimleriyle saptanmış düzanlamlarla dile getirmiştir konuyu."

Kade'nin 1968, Jaeger'in 1975, Wills'in 1977 tarihli çalışmalarına atıfta bulunarak birçok kuramcının ileri sürdüğü iki aşamalılığın bu tür bir metin çevirisi için her bakımdan geçerli olduğunu, ama böyle bir örtüşmenin gündelik doğal dilin ya da yazın dilinin işleyişinde söz konusu olamayacağını söylüyor:

"Gerçekten de burada çevirmen önce özgün metin dilini dilbilgisel bir çözümlemeden geçirerek anlamı saptar, sonra da bu anlamı çeviri dilinden seçeceği dilbilgisel öğelerle anlatır. Metnin içeriğini oluşturan bilgi de her çağ, her toplum, her okur için aynı geçerlikte kalır."

"Canlı, esnek, devingen, değişken öğelerden oluşan yazın dili, düzanlamlar doğrultusunda bir kalıplaşmaya, geleneksel bir kurallaşmaya zorlandığı an ölür. Gerçek yazın metinlerinin, salt dilbilimsel temelli bilgisayar çevirisine elverişsizliği de, bu özelliklerinin doğal bir sonucudur." (22)

Ortega y Gasset'in çeviri metnin özgününün tıpkısı olamayacağını söylerken düşündüğü durumun özellikle yazın çevirisinin bu yönleriyle ilgili olması gerektiğini belirterek yazın çevirisinin kendine özgü ölçütleri ve kuralları olan bir etkinlik olduğunu, dilsev işlevi yönünden özgün metninkine eşdeğer bir metin ortaya koymayı amaçladığını, buradaki eşdeğerliğin yalnız dilsel gösterge ya da içerik düzeyinde bir özdeşlik olamayacağını belirtiyor.

Burada, Reiss'ın 1977 tarihli çalışmalarına atıfta bulunarak, bu yazının girişinde de aktarılmış düşünceyi iletiyor:

"Bir yazın metninin alımlanmasında, aynı iletişim konumunun değişik dillerde oluşması düşünülemez. Neden? Yazarın, yalnız her yerde, her zaman geçerli kalabilecek bir bilgiyi anlatan değil, insan varoluşunun kültürel, tarihsel, yöresel koşulluluğunu da dile getirmiş olmasından dolayı."

Yazın metniyle çevirmenin konumlarını ve işlevlerini irdeliyor.

"Çevirmen ise bu durumda, değişik bir çağda, değişik bir yörede, değişik bir kültürde hem özgün yapıt yazarı ile okurunun konumunu hem de o yazar ile çeviri dili okurunun konumunu kavrayabilmek, bu iki konum arasındaki uçurumu tanılayarak köprüleyebilmek görevini yüklenir."

"Her yazın metni, belli bir kültür toplumunun evriminde, belli bir aşamada ortaya çıkmış bir olgudur."

"Bu evrim çizgisinin ileri bir aşamasında, kaynak dil okurları bile, bir metni değişik anlam doğrultularında alımlayabilirler."

"Çevirmen, dil ile kültürün zaman içindeki değişimini de göz önünde tutarak, ilkin kaynak dil okuru gibi alımlamaya çalışır metni, ama çeviri dilinde yeniden söylemeye başladığı an, kaynak dilden çok çeviri dilindeki alımlama koşullarıyla sınırlı tutar kendini."

Çevirmeni, Reiss'ın 1977 tarihli çalışmasında dile getirdiği "metnin yazarınkiyle hiç de özdeş olmayabilecek, kendine özgü kişilik yapısı, yaratıcılığı, bilgisi, yetenekleri, eğilimleri, görüşleri ile bir ileticidir ancak. Metin yazarından gelen iletiyi, kendi yetileri ile durumu ölçüsünde algılayan, alımlayan, yorumlayan bir bireydir" sözleriyle tanımlıyor.

"Bütün bu özelliklerinden dolayı yazın çevirisi olsa olsa, yazar-kaynak dil okuru-çevirmen-çeviri dili okuru ilişkileriyle, değişik etkenlerin belirlediği kendine özgü iletişim konumu yönünden ayrı bir yazın türü sayılabilir. Çevirmen ise, özgün metnin karmaşıklık derecesini, dil kullanım bireyselliğini, yaratıcı yönelimini ayırt etmek yükümlülüğündedir." (23)


V. KURAMSAL BELİRLEYİMLER


Akşit Göktürk yazınsal çeviriyle ilgili çözümlemelerin iki sorun çevresinde yoğunlaştığını belirtiyor, birinci sorunu yazınsal çeviri ediminin bir süreç olarak irdelenmesi, ikincisini çeviri yapıtın özelliklerinin belirlenmesi olarak tanımlıyor, 1978 tarihli çalışmalarına atıfta bulunarak James S. Holmes'un 1950'lerden beri süregelen çeviri araştırmasını "üstünkörü" ve "yüzeysel" olarak niteleyerek bu araştırmanın sonuçlarının yazın metinlerine uygulanamazlığına değindiğini, yazın metninin ilettiği üç türlü bilgiyi tanımladığını söylüyor:

1. Metindeki dilbilimsel yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.
2. Metindeki yazınsal yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.
3. Metindeki kültürel yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.

Holmes ve Lefevre'in çalışmasında, Julie Kristeva'nın göstergebilim kuramından etkilenilerek, yazın metninin yoğruluşundaki bu üç türlü bilgiden kaynaklanan üç temel özelliğin, çeviri sürecinin ya da ürünlerinin incelenmesinde çıkış noktası yapılması önerisinin getirildiği belirtiliyor, bu özellikler adlandırılıyor:

1. Metinsellik (dilbilimsel öğelerin eklemlenişiyle bir metin oluşturulması)
2. Bağlamlılık (metnin belli bir toplumsal kültürel ortamda varlık kazanmış olması)
3. Metinlerarası etkileşim (metnin dil içindeki metinlerin tümüyle uzaktan ya da yakından ilişkili olması)

Her özgün yazınsal yapıtın, bir dile, kültüre , tarihsel ortama, yazın geleneğine bağlı olarak bu özellikleri gösterdiği, bir çeviri yapıtın da çeviri dilinin bütün bir dil-yazın dizgesi içinde aynı özellikleri sürdürmek zorunda olduğu belirtiliyor. İlkeler arayışından ve yazın çevirisinin çok yönlü ilişkileri nedeniyle bu tür çeviriye yön verecek ilkeler koymanın güçlüğünden söz ediliyor. (24)

Savory'nin 1968 tarihli çalışmasında karşıt seçenek çiftleri olarak sıraladığı genelleyici,
bulanık, birbiriyle bağdaşmaz ilkeler (çeviride özgün yapıtın sözcüklerinin ya da düşüncelerinin verilmesi, çevirinin özgün yapıt ya da çeviri gibi okunması, özgün yapıtın ya da çevirmenin biçemini yansıtması, özgün yapıtın ya da çevirmenin çağdaşı bir yapıt gibi okunabilmesi, çevirmenin yapıtta eklemeler ve çıkarmalar yapabilmesi ya da yapamaması, koşuğun çevirisinin düzyazıyla ya da koşukla yapılması) listeleniyor, ancak kesin birer soyutlama oldukları için çevirmene uygulama yönünde pek çözüm sunmadıkları belirtiliyor. Toury'nin 1980 tarihli çalışmasında adlandırılan öncül ve işlemsel ilkelerin kesin yasalar olmadığı vurgulanıyor. (25)

Yazın tarihi içinde çeviri bölümünde örnekler yer alıyor. Öncül ilkeler çevirilerin özgün dilden yapılması, gündelik konulara, bilim ve sanata ilişkin olması olarak örnekleniyor. Bir dilden ötekine doğrudan çevirinin bu dilleri konuşan toplumlar arasında bir kültürel yakınlığın bulunduğu durumlarda daha kolay gerçekleştiği, Yunanca'dan Latince'ye, Arapça'dan Farsça'ya, Çince'den Japonca'ya, Hintçe'den Çince'ye ilk çevirilerin bu nitelikte olduğu belirtiliyor. Kültür birliğinin olmadığı durumlar için ikinci bir dilin aracılığının hoşgörüldüğü, Abbasiler'in döneminde, dokuzuncu yüzyılda felsefe ve bilim alanındaki Yunanca kaynaklardan önemli bir bölümünün Arapça'ya Süryanice, devlet yönetimi ve saray töresi gibi konuların Farsça, matematik konularının Hintçe üzerinden çevrilmesiyle örnekleniyor. On dokuzuncu yüzyılın dilsel kültürel bağlamında yapılan batılı roman çevirilerinin roman geleneğini başlattığı, Ahmet Mithat Efendi ve Şemsettin Sami gibi ilk çevirmenlerin kendilerinin de roman yazmaya başladığı vurugulanıyor. Prochazka'nın 1964 tarihli çalışmasından söz edilerek ilkçağ Yunan kültürü dışında bütün yeni kültür evrelerinin çeviriyle başladığının ileri sürülmüş bir görüş olduğu belirtiliyor.

"İlkçağ Latin yazını, Yunanca'nın etkisini sürdürür. Luther'in Kutsal Kitap çevirisi, ölçüt Almanca'nın gelişimine önemli bir katkıdır."

"Yedinci yüzyılda, Tang döneminde Hintçe'den Çince'ye çevrilen Budist metinlerin etkisi, Çin dili ile düşüncesindeki etkilerini bugün de sürdürmektedirler."

"Abbasiler'in dokuzuncu yüzyılda Yunanca'dan çevirileri, İslam kültürüne bilim ve düşünce alanında yeni bir güç katar."

"On dördüncü, on beşinci yüzyıllarda İtalya'da, özellikle Fransa kentinde, eski Yunan Latin yapıtlarının İtalyanca'ya birbiri ardından çevrilmesi, özgür yeniçağ insanının doğuşunu hazırlamıştır."

"İngiltere'de Kraliçe 1. Elizabeth (1558-1603) döneminde hem eski Yunanca ile Latince'den, hem de Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Flamanca, Rusça gibi yaşayan Avrupa dillerinden yapılan çevirilerle İngiliz düşüncesi ile yaratıcılığı bilim, sanat, eğitim alanlarında büyük bir atılımı gerçekleiştirmiştir."

"Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1940'larda yayımladığı dünya yazınından çeviriler dizisi, düşünce ve yazın alanında bir yeniden doğuşu hazırlar."

"Kloepher, Levy, Holmes gibi araştırmacıların tutumunu da anımsarsak, bugün geliştirilecek bir yazın çevirisi kuramının yalnız dilbilim sınırları içinde kalamayacağı, yazın tarihi, biçembilim, göstergebilim, metin dilbilimi, metin eleştirisi, yazın eleştirisi, çeviri eleştirisi, dil felsefesi, yorumbilgisi gibi alanlarla da ilişki kurmak zorunda olduğu ortaya çıkar."

"Yazın çevirisi araştırması, bütün bu alanların yöntemleriyle verilerinden yerine göre yararlanmayı amaçlarken, çeviri yapıtları da dilbilimsel oluşum, toplumsal, tarihsel, kültürel bağlam, amaç dil yazın geleneği içindeki metin ilişkileri açısından ele almak Gerek kaynak dil gerekse çeviri dili içinde ele almak zorundadır. Gerek kaynak dil gerekse çeviri dili içinde bütün bu karmaşık, metin ötesi etkenler, yazın çevirisinin yalız dilsel yapıyla ya da belli bir tek dilsel işlevle açıklanamaz niteliğini göstermeye yeter."

"İki ayrı dildeki yazma uğraşıyla okuma uğraşının bütün karmaşık sorunlarını bir yumak gibi içerir çeviri süreci." (26)

"Her yazın yapıtının sunduğu metinsel dünya, toplumca benimsenmiş gerçek deneyler dünyası örneği karşısında, yeni bir seçenek olarak yer alır."

Bu seçeneğin gerçeğe benzerliği, karşıtlığı ya da aykırılığıyla gerçek dünyanın okur algısındaki örgütlenişine yeni bakış açıları, yeni içgörüler getirmeyi amaçladığını belirten Göktürk yazın çevirisinin işlevini ve evrelerini Beaugrande'ın 1980 tarihli bir çalışmasına dayanarak belirtiyor:

1. Metinde sunulan dünyanın çevirmen-okur kafasında somutlanarak bir tasarıma dönüştürülmesi.
2. Alışılmış olmayan anlamda kullanımların, çeviri dilinde eşdeğer öğelere yüklenebilmesi.
3. Metin dışı bağlam (İng. context) ile metin dışı bağlam (İng. cotext) içerdiği bilgilerin toplanarak, bu bilgilerin, yorumlanması sorun olan noktalara yöneltilmesi.
4. Bütün bu süreçlerde kafada oluşan tasarımın, çeviri dilinde karşılığının araştırılması.
5. Özgün metnin hem oluşmaktaki çeviri, hem de çevirmenin kafasındaki çoğul düzeyli tasarım ile yanyana getirilerek örtüştürülmesi.

Çeviri sürecinin çevirmenin kafasında, Jakobson'un 1966 tarihli çalışmasında adlandırdığı "diller arası", "dil içi" ve "göstergeler arası" çeviri
etkinliklerinin üçünü birden yanyana içerdiğini ileri sürüyor, yerine göre genel çeviri ilkelerinden özveride bulunulabileceğini söylüyor:

"Çevirmen, yapacağı çevirinin okur doğrultulu ya da kaynak metin doğrultulu olacağına bile, yazın metninin güdüm kurgusu gereklerince, değişik yerlerde bir ya da öteki yönde karar verebilir."

Lefevre'in 1981 tarihli çalışmasına dayanarak gerçek yazın kuramı ile çeviri kuramının, ancak yazın uluslararası bir etkinlik olarak görülüyorsa gelişebileceğini vurguluyor. (27)


VI. EŞDEĞERLİLİK-YETERLİLİK


Akşit Göktürk, yazın yapıtının sunduğu dünyanın dilsel bir düzenleme ile çeviri diline aktarılması sürecinde sözü çok edilen "eşdeğerlilik" ve "yeterlilik" kavramlarının kullanımında, özgün metin ile çeviri metnin değişik öğeleri arasında karşılıklı bir ilişkiyi göstermeleri dışında, büyük bir belirsizlik olduğunu vurguluyor.

Güttinger'in 1963 tarihli çalışmasına dayanarak "eşdeğerliliğin en ilginç tanımlarından" birini "özgün metnin, kendi dilinin okurunda uyandırdığı etkinin, çeviri metnin de çeviri dili okurunda uyandırabilmesi" olarak aktarıyor, özellikle deyimlerin çevirisinde eşdeğerliliğin gözetilmesi gerektiğini vurguluyor, örnek veriyor:

Özgün metin: "To jump out of the frying pan into the fire."
Salt anlam çevirisi: "Kızartma tavasından ateşe atlamak."
Etkinin çevirisi: "Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak."

Özgün metin: "To kill two birds with one stone."
Çeviri: "Bir taşla iki kuş vurmak." (28)

Koller'in 1972 tarihli çalışmasındaki tanımlamayla aynı etkiyi uyandırmak ya da "benzer etki sağlamak" gibi amaçların yazın metinleri çevirilerinde her zaman işe yaramayacağını belirtiyor. Konuyu, alıcı doğrultulu iletişimsel çeviri yönteminin gerektirdiği devingen eşdeğerlik (dynamic equivalence) kavramıyla değerlendiren Eugene A. Nida'nın 1976 ve 1964 tarihli çalışmalarından alıntı yapıyor:

"Değişik öğrenim düzeyleri, değişik meslekler, ilgiler, insanların bir iletiyi anlayabilme yetisini önemli ölçüde etkiler. Dolayısıyla bir metnin üniversite öğrencileri, ilkokul bitirmişler, yeni okumaya başlamış yetişkinler, yabancı dilde okuyan okul çocukları, geri zekalılar gibi değişik okur toplulukları için birbirinden apayrı nitelikte çevirilerinin yapılması gerekebilir. Son zamanlarda Kutsal Kitap dernekleri, böyle değişik alıcı türleri için, Kutsal Kitap'ın değişik çevirilerini yapmaktadırlar."

"Devingen eşdeğerlilikle yapılan çeviri, anlatımda bütün bir doğallığı amaçlar, alıcıya kendi kültürü bağlamına uygun davranış kipleriyle seslenmeyi dener; alıcının, iletiyi kavrayabilmek için kaynak dil kültürünün örgüsünü bilmesi gerektiği görüşünde diretmez." (29)

Eşdeğerlilik kavramının incelenişinde biçim ya da içerik yönünden bir eşdeğerliliğin vurgulanabildiğini, Anton Popovic biçemsel eşdeğerlikten söz ederken Otto Kade'nin içerik düzeyinde değişmeyenin yakalanıp aktarılmasıyla eşdeğerliğin sağlanabileceğini ileri sürdüğünü belirtip konuyu değerlendiriyor:

"Bununla birlikte, özellikle yazın metinlerinde biçem ile içeriğin nasıl birbirinden ayrılmaz, birbirini bütünler nitelikte olduğu, ortak bir yapı oluşturduğu düşünülürse, eşdeğerlilik konusunda böyle tanımların yetersizliği de ortaya çıkar. Üstelik biçem, metni oluşturan sayısız öğeden ancak biridir. İçerik ise, her zaman bir dilsel bağlamda, bir iletişim konumunda, bir tarihsel noktada bir içeriktir, bunlardan ayrı tek başına düşünülemez. Dolayısıyla, yazın çevirisinde eşdeğerlilik, dilbilimsel çeviri kuramcılarının ileri sürdükleri gibi belli bir konumda iki dilin öğelerinin birbirinin yerine geçebilmesi diye tanımlanamaz."

"Yazın çevirisi, hep ayrı bir iletişim konumunda gerçekleşir. Yazın çevirmeni işe giriştiği zaman, yazarın sözünü söylediği belli konum, hem zaman, hem yer, hem de toplumsal kültürel koşullar bakımından çoktan değişikliğe uğramıştır."

Katharina Reiss ile Hans J. Wermeer'in kavramın kökenini bilmenin, konuya bir bütünlük, bir açıklık getireceği inancıyla "Eşedeğerlilik kavramı nereden geliyor?"
sorusuyla işe başladığından, teknik bilgi alanından elektrikle ilgili bir tanımı eşdeğerlilik kavramının kökeni konusundaki araştırmalarına çıkış noktası yapmayı yeğlediklerinden söz ediyor:

"İki dalgalı akımın, değişik yapılı ayrı devreler oluşturmakla birlikte, her frekansta aynı elektrik etkisini taşımaları, bunu açığa vurmaları eşdeğerlilik diye adlandırılır."

"Bir teknik uzmanlık alanından aktarılma bu tanım, çeviri alanına uygulandığı zaman, 'değişik yapılı devreler' kaynak dil ile çeviri dilini, bunlardaki tarihsel kültürel koşulları (metin ana-türü, metin geleneği, tek tek metinlerin özelliği, dilkullanım alışkanlıkları karşılar. 'Aynı elektrik etkisi' ise, özgün metin ile çeviri metinde benzer olması amaçlanan iletişimsel-işlevsel etki gücü sayılır bir bakıma. Tanımdaki 'devre' terimi de çevirideki bütünlük, dönüşümlülük, çembersellik etkisini çağrıştırmasıyla, çeviri sürecinin açıklanmasına, ayrımsal dilbilim (İng. contrastive linguistics) yönteminin karşıtlamalarından daha uygun düşer."

Akşit Göktürk, çeviri eşdeğerliliğini kendi aralarında ilişkili olabilecek beş temel düzeyde ele alan Werner Koller'in bölümlemesini aktarıyor:

1. Düzanlamsal eşdeğerlilik.
2. Yananlamsal eşdeğerlilik.
3. Metin türü gelenekleriyle ilgili eşdeğerlilik.
4. Dil-kullanımsal eşdeğerlilik.
5. Biçimsel eşdeğerlilik. (30)

Çeviri eşdeğerliliğiyle ilgili düşüncelerini yeterlilik kavramı üzerinde temellendiriyor. Düzanlamsal eşdeğerliliğin metnin nesnel konusuyla, metin dışı göndergesel anlamıyla ilgi olduğunu belirtiyor. Sözcük, dizim, tümce, bütün yönünden özgün bir dilsel yapı gösteren metinler için geçerli olan yananlamsal eşdeğerliliği, dilin toplum sınıflarıyla, yöresel ağız özellikleriyle, metindeki sözcüklerin doğal dildeki kullanım sıklığı etkileriyle ilişkisi içinde inceliyor. Bir romanın, oyunun, şiirin örgüsünde dilin yer yer gündelik, bilgiççe, yapmacıklı, argo, kaba kullanımlarla işlev yüklendiğini, kimi durumlardaysa bir topluluk dilinin bütün özellikleriyle belirebildiğini söylüyor. Yananlamların gözden kaçırılmasının çevirmen için bir tuzak olabileceğini vurguluyor. Hamlet ve Alice Harikalar Ülkesinde çevirilerinden örnekler veriyor. Dil-kullanımsal eşdeğerlilik kavramını Meksika yaylalarındaki kızılderililer için yapılmış Kutsal Kitap çevirileri örneğiyle açıklıyor.

Biçimsel eşdeğerlilik için yalnızca iletişimsel içeriğin değil, biçem özelliklerinin ve özgün anlatımın da çeviride benzer bir estetik etki sağlamak için aktarılması gerektiğini vurguluyor. Proust, Joyce ve Virginia Woolf gibi yazarların romanlarında kullanılan bilinç akışı yöntemini çağdaş insan bilincinin ayrıksı, yalnız, kendine dönük öznelliğini anlatabilmenin bir yolu olarak nitelendiriyor. Woolf'tan verdiği örneğin çevirisinde biçimsel bir eşdeğerlilikten söz etmenin güç olduğunu belirtiyor. Eşdeğerliliği karşılıklı metin çiftlerinin hem tek tek dilsel göstergeleri, hem de iki metnin bütünü arasındaki ilişki olarak tanımlıyor. Gerçekte metinsel bie eşdeğerliliğin metnin somut dilsel varlığını aşarak kültürel bir eşdeğerlilik anlamı almaya başladığını söylüyor:

"Yazın çevirisinin çetin yönü, kurulacak eşdeğerliliklerde çevirmenin, hem kaynak dil hem de amaç dil kültürünün evrimini tanıyarak, bu bilinçle davranmasıdır."

"Gerçekte çevirmen, bir şiirin, öykünün, romanın, oyunun neresinde hangi tür eşdeğerliliğin uygun düşeceğini doğru kararlaştırabilmelidir."

Akşit Göktürk, nesnel bilgi içerikli metinleri değerlendirmek için kullanılabilen yeterlilik kavramının sanat metinlerinin çevirisinde sağlıklı bir ölçüt olamayacağını vurguluyor:

"Özgün metnin aktarılışında anlam, sözdizimi, dil kullanımı açısından göstergelerin:
a) Metindeki bilginin amacına göre
b) Okur topluluğunun düzeyine göre
seçilmesi, yeterli çevirilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir."

"Öte yandani büyükler için yazılmış bir kocaman romanın, Kutsal Kitap'ın, İlyada'nın, Don Quijote'nin ya da bir Shakespeare oyununun çocuklara özetlenerek çevrilmesi de, eşdeğerliliğin değil, olsa olsa yeterliliğin söz konusu olduğu bir durumdur. Bunlarda da içeriğin yeterli bir biçimde aktarımı, sanatsal etkinin karmaşık eşdeğerli işlevlerle aktarımından daha ağır basar."

Göktürk, yeterliliğin yeni yapıtların özet çevirilerinden tanınmak istenmesi durumunda ölçüt olabileceğini belirtiyor. Ancak bazı sanat yapıtları için bunun geçerli olamayacağını vurguluyor:

"James Joyce'un, Samuel Beckett'in, Günther Grass'ın, J.L. Borges'in yapıtları türünden metinlerini bu amaçla bile bir özet çeviriye elverişli olamayacağı, hele içeriksel çevirilerinin hiç yapılamayacağı apaçıktır."

"Ara sıra, bir roman, şiir ya da oyun çevirisinin, özgününden bile daha iyi anlaşıldığı söylenerek, sözde övüldüğüne tanık oluruz. Oysa böyle bir değerlendirme, yazın çevirisinin sağlığı açısından bütünüyle çarpıktır."

"Kötü çevirmenin, bir yazın yapıtını çevirirken, anlam yönünde yapacağı olur olmaz açımlamalar, özgün dilde istediğini güç anlatan kötü yazara bir yardım olur belki, ama ne o yazarı kurtarır, ne de o çevirmeni yüceltir."

"Hiçbir gerçek sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya sermez." (31)

Çıplaklığı konu alan sanat yapıtlarına bazı kişilerin tepki göstermesinin nedeni bu zavallıların yaşamı insanı doğayı ve evreni kavrayamamaları, tenden ötesini görememeleri olabilir mi?


VII. ÇEVİRİ ELEŞTİRİSİ


Akşit Göktürk çeviri eleştirisini "yöntemleri ile ölçütleri tanımlanmamış, baştan sona belirsizliklerle dolu bir alan" olarak niteliyor. Yazın çevirisinin eleştirisinde belirsizliğin arttığını, işin "rahat okunur", "özgün yapıta bağlı", "yazarın sesini aktaran", "özgününden daha güzel", "akıcı" türünden yargılarla geçiştirildiğini ekliyor. Bu durumun temel nedenini yazın araştırmasının çeviri eleştirisini kendi ilgi alanında görmesi olarak açıklıyor. Çeviri incelemesiyle ilgili ipuçları veriyor, kuram ve yöntem çabalarını aktarıyor:

"Gerçekte sözlük anlamlarından yola çıkarak, bir çeviriyi kötülemekten daha kolay bir şey yoktur."

Göktürk, "en saygın geçinen yayınevlerinin bile bir çeviriyi ucuza kapatmak için, salt pazarlık uğruna, çevirmeni yaratıcılığı olmayan sıradan bir aktarıcı" gibi görme eğilimde olduklarını, yapıcı bir çeviri eleştirisinin yokluğunun başarılı çeviri çabalarının kıyıda bucakta kalmasına yol açtığını söylüyor, yazın metninin çevirisinin değerlendirilmesiyle ilgili ipuçları veriyor:

"Çeviri metinle özgün metnin karşılaştırılması, çeviri incelemesinde önemli bir yer tutarsa da, her böyle karşılaştırma eleştiri sayılamaz."

"Özellikle yazın yapıtlarının çevirisinde, çevirmen kişiliği, alımlama koşulları, dilbilimsel etkenler, göz önünde tutulması gereken yönlerdir."

"Yazın çevirisi, içeriğin doğrudan doğruya aktarımıyla paylaşılamayacağından, ister istemez yorumbilgisel bir süreç sonunda gerçekleşir. Böylece her yazın metninin çevirisi, çevirmenin yorumuyla bireysel biçeminden izler taşır."

"Kimi durumlarda çeviri eleştirmenini güç bir görev bekler. 'Çeviri kavramının sınırları çiğnenmiş midir?" sorusuna yanıt bulmaktır bu görev.' Burada yapıtın iki dildeki alımlanma koşulları, çeviri koşulları, çeviri okurunun beklentileri, en az kaynak dil ile çeviri dil arasındaki eşdeğerlilik ilişkileri ölçüsünde önem taşır."

"Özgün metin ile çeviri metnin alımlama açısından yapılacak çözümlemesinde, kaynak dilin yazın tarihine, geleneklerine, yapıtın ilk yayımlanışında tanıtma yazılarında dile getirilen okur tepkisine, çevirmenin içinde bulunduğu koşulları kavrayış çevrenine göz atmak gerekir."

"Dilbilimsel bakış açısı ise, iki dil arası ya da bütün dillerarası gücül eşdeğerlilik ilişkilerini karşılaştırmalı olarak incelemek, çeviri sürecindeki işlevlerini izlemek olanağını sağlar."

Wandruszka'nın 1969 tarihli çalışmasına dayandırarak ayrımsal dilbilim ile dillerarası dilbilimin çeviri eleştirisine bu noktada yararlı olduğunu vurgulayarak kuram yönünden yapılan çabalara değiniyor. Popovic, Wills, Reiss ve Koller'i ilk elde anılabilecek araştırmacılar olarak niteleyip yapıta temel yaklaşım yollarına ve çeviri eleştirisine katkılarına yer veriyor. Wills'in "iki dili karşılıklı ilişkileri, eşdeğerlilikleri, devingen etkileşimleri ile tanımaya dayanan" bir yetenek olan "aktarabilme yetisi" kavramına, Reiss'ın nesnel ölçüt arayışına ve değer yargılarını somut kanıtlara dayandırma arayışına değiniyor. Eleştirmenin yalnızca amaç dile bakarak çevirinin son değerlendirilmesinde payı olacak ipuçları çıkarabileceğini, çeviriye bir okur olarak yaklaşarak bazı soruların yanıtını arayabileceğini belirtiyor:

"Amaç dil okuru anlayabiliyor mu metni?"

"Ortalama okura mı, özel bir okur kitlesine mi yönelik çeviri?"

"Amaç dilde metin türünün belirleyicisi sayılan dilsel biçemsel özellikler yansıtılabiliyor mu?"

"Çeviri, dilsel, biçemsel, izleksel yenilikler açısından ne özellikler gösteriyor? Amaç dilin yazın gelenekleri içinde, dilsel, biçemsel yönden nerede yer alıyor?"

Eleştiri yöntemi üstüne değerlendirmesinde çeviri eleştirisinde önemli olanın doğrudan doğruya yapılacak yanlış doğru çözümlemeleri olmadığını, benzer türde yanlışların çözümlenmesi gerektiğini vurguluyor. Türkçe'nin kendine özgü yanlarının bazılarından söz ediyor. Çeviri eleştirmeninin herhangi bir çeviri metnin bilimsel eleştirisine daha çok kaynak metne yönelik bir metin çözümlemesiyle başlaması ve bir dizi soru yöneltmesi gerektiğini söylüyor:

a. Metnin dilsel işlevi nedir?
b. Metnin içeriksel özellikleri nelerdir?
c. Metnin dilsel biçemsel özellikleri nelerdir?
ç. Metnin biçemsel estetik özellikleri nelerdir?

Kaynak metni bu etkenler açısından çözümleyen eleştirmenin ikinci adım olarak çeviri metinle kaynak metnin bir karşılaştırmasını yapması gerektiğini, tüm incelemelerden sonra eleştirmende çevirinin başarı derecesi konusunda bir yargı oluşabileceğini belirtiyor.

"Çevirmen, ilkelerini iyi koyarsa, yabancı bir dilin, kendi dilini güçlü bir biçimde devindirmesine olanak sağlayabilir. Büyük çevirilerle, büyük yazın dönemleri başlar böylece." (32)

....

"Her yazın yapıtı, bireysel bir kafa ile düşgücünün, daha önceki örnekleri yinelemeyen, bir özgün yaratısı olmak zorundadır."

"Alabildiğine özgür bir yaratma değildir yazın çevirmenininki, özgün yapıtın güdümünde, gerektiği yerde kendine sınırlar koyabilen bir yaratmadır."

"Her çeviri, bir bakıma, belli bir oranda da olsa, çevirmenin parmak izlerini taşır. Ama bu izlerin en çok görüldüğü alan, yazın yapıtlarının çevirisidir."

"Yazın çevirmenini bekleyen bir güçlük, yazınsal bir metnin çevirisi sırasında, zaman zaman bu metnin örgüsünde yer alan yazındışı metin türleriyle de başetmek zorunda kalmasıdır."

"Yazın çevirmeni kendi kişisel konumu içinde, dünya görüşü ile alımlama yetileri apayrı yönde gelişmiş bir okur kitlesi için, başka bir kültür ortamının, yazın geleneğinin, yaşama biçiminin diline çevirir bir yapıtı."

T. S. Elliot'ın bir yazın geleneğine yeni katılan yapıtlarla ilgili sözlerini, dildeki yeni çeviri yapıtlar için de geçerliliğini koruduklarını belirterek aktarıyor:

"Yeni bir yapıtın yaratılmasıyla ortaya çıkan durum, aynı zamanda o yapıttan önce gelen bütün sanat yapıtlarını da etkiler." (33)

Dillerin bir dili var mı? Varsa çağlardan beri neden anlaşamıyor insanlar? Dünya üzerinde ayrı ve asla buluşmayacak bir uzaklık nasıl çıkıyor ortaya? Onca çeviri neden pek az katkı sağlıyor yakınlaştırmaya?

Dillerin dilini okuyup anlaşmak bir yana, aynı dilin insanlarının bile korkunç uçurumlarla bölünmesinin sorumlusu kim?

....



Kitabın sonsözünü yazan Ahmet Cemal şöyle başlamış:

"Akşit Göktürk'ün çeviri üzerine yazdığı bir kitabın yeni basımının editörlüğünü üstlenmek gerçekleşmesini çok istediğim bir düş olabilirdi; ama bu işi onun ölümünden sonra yapacağımı sanırım hiç düşünemezdim."

Akşit Göktürk'le ilişkisini anlatmış:

"Onun çevirilerini sanırım lise yıllarımda okumaya başlamıştım. Şahsen tanışmamız ise çok sonra oldu. O sıralarda -yanılmıyorsam yetmişli yılların başı- istanbul'daki Avusturya Kültür Ofisi'nde Yuvarlak Masa Toplantıları düzenlemeye karar vermiş, ilk toplantının konusunu da çevirinin sorunları olarak saptamıştık."

Akşit Göktürk, Cevat Çapan, Tahsin Yücel, Yurdanur Salman ve Murat Belge'nin, hiçbiriyle şahsen tanışmaksızın çevirinin sorunları toplantıları için başvurduğu ilk adlar olduğundan, Türkiye'de üniversite düzeyinde bir çeviri eğitiminin adının bile bulunmadığı bir dönemde bu kişilerin toplantıya katıldığından söz etmiş. Seksenli yılların başlarındaki 1. Çeviribilim Sempozyumu ise Almanya'dan Wolfram Wills ve Avusturya'dan Mario Wandruszka'nın katılımıyla uluslarası nitelikte yapılmış. 1940'lardaki Tercüme dergisinden sonra 1980 yılında doğrudan çeviriyi konu alan ikinci dergi olan Yazko Çeviri yayımlanmış. Aktürk yine gönüllü ve önde gelen destekçiler arasındaymış.

Ahmet Cemal, çeviribilimin dilbilimin bir kolu olarak dilbilim ilkeleriyle kuralları doğrultusunda ele alınması görüşünün bugün de savunulduğunu belirttikten sonra Göktürk'ün bilimsel yaklaşımı için şöyle yazmış:

"Akşit Göktürk'ün çeviriye bir bilim adamı olarak en büyük hizmetlerinden biri, bu görüşün hiçbir esnekliğe gidilmeksizin ve bazı türsel özellikler göz önünde tutulmaksızın yazın çevirisine de uygulanmasının, biçem (üslup) açısımdan ne gibi yitimlere yol açacağını ve yazın çevirisinin sanatsal yanına ne gibi zararlar vereceğini kanıtlarıyla sergilemiş olmasıdır. Bu konuya Çeviri: Dillerin Dili adlı eserinde büyük yer veren Göktürk, böylece yazın çevirisinin sanatsal yanından kaynaklanan yaratıcılık niteliğine bilimsel düzlemde getirilmek istenen engellerin ortadan kaldırılmasına büyük katkıda bulunmuştur." (34)

....


Kitapta verilen kaynak listesinde Reiss'ın 1977 ile 1984, Wills'in 1974 ile 1983 yılları arasında yayımlanmış beşer çalışması yer alıyor. (35)

Kavramların açıklamalarını veren kısa bir sözlük de eklenmiş. Ayrımsal ve dillerarası dilbilim, diliçi, dillerarası ve göstergelerarası çeviri, metiniçi ve metindışı bağlam, metinlerarası etkileşim ve metinsellik, düzanlam ve yananlam, biçemsel biçimsel devingen dil-kullanımsal düzanlamsal göndergesel içeriksel işlevsel yananlamsal eşdeğerlilikler gibi terimlerin kısa tanımları Almanca, Fransızca ve İngilizce karşılıklarıyla birlikte verilmiş. (36)


Arka kapakta Akşit Göktürk'ün Türkiye'de çeviribilimin kurucularından olduğu, Çeviri: Dillerin Dili kitabının çeviriyle ilgili konuları tüm önemli boyutlarıyla irdelediği belirtiliyor.


Kapak fotoğrafı Angela Göktürk olarak belirtilmiş.

....


Angela Göktürk.

"1986'da İstanbul'a döndüğümde Akşit Göktürk'ün sevgili eşi, yüreği güzelliklerle dolu bir kişiyi çıkardı Tanrı karşıma. Çok sevgili hocam Angela Göktürk. Onun bölümünde okutman olarak işe başladım, sonra Alman Dili ve Edebiyatı daha sonra Alman Dili Eğitimi ve en sonunda da Çeviribilim Bölümü'nde görev yaptım. Sayısız öğrenciyi yetiştirmeye ve ben şanslı olduğum için öğrendiğim onca bilgiyi onlara öğretmeye çalıştım." (37)

Angela Göktürk'ü böyle anlatan Sakine Eruz'un özgeçmişinde şöyle deniyor:

"1986 yılında Türkiye’ye döndü ve Prof. Dr. Akşit Göktürk’ün eşi Dr. Pia Angela Göktürk’ün başkanlığını yaptığı İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu, Almanca Bölümü’nde okutman olarak işe başladı. Bu bölümde eğitim için malzemeler hazırladı. 1989 yılında Alman Dili Eğitimi’nde ikinci bir yüksek lisans eğitimine başladı ve 1992 yılında tezini üniversite öğrencilerine uzmanlık alanında yabancı dil edinci kazandırma yöntemleri üzerine tamamladı." (38)

Listelenen kitapların arasında Akşit Göktürk'ün kitabının 1978 baskısı da var. "Çeviriyi Türkiye'de ilk kez özerk bir bilim dalı ve çeviri eğitimini akademik bir eğitim olarak ele alan Türkiye'de çeviribilime geçiş aşamasının klasik eserlerinden biri olarak tanımlanıyor. (39)

....


Dillerin dilini konuşan kişilerin çok arttığını, Akşit Göktürk'ün çabalarının boşa gitmediğini söyleyebilir miyiz?

Dünyanın her yerinde aynı insanlık dilinin konuşulabilmesi, herkesin birbirini anlaması için sözlerimizi yepyeni biçimlere çevirmeli miyiz? Çevirebilir miyiz?


1. Akşit Göktürk, Çeviri: Dillerin Dili, Yapı Kredi Yayınları, 2011.
2. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 47
3. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 47-48
4. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 9-11
5. John Keats, http://tr.wikipedia.org/wiki/John_Keats
6. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 13-16
7. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 17-22
8. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 23-25
9. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 25-26
10. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 27-29
11. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 29-31
12. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 33
13. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 34-35
14. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 35-36
15. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 36
16. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 37
17. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 38
18. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 39-40
19. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 41
20. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 41-43
21. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 43
22. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 44-47
23. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 47-48
24. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 49-50
25. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 50-52
26. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 52-57
27. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 57-59
28. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 60-61
29. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 62-63
30. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 64-66
31. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 67-88
32. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 89-102
33. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 103-107
34. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 109-111
35. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 113-116
36. Çeviri: Dillerin Dili, Sayfa 117-120
37. Sakine Eruz, Yaşam Öyküsü, http://www.sakine-eruz.com/yasam-oykum-sakine-eruz-esen/index.php
38. Sakine Eruz, http://edebiyat.istanbul.edu.tr/almancaceviri/?p=6425
39. http://www.sakine-eruz.com/ceviribilimsel-kaynaklar-sakine-eruz-esen/kitaplar-sakine-eruz-esen/index.php