Dillerin dilini (1) anlama
çabalarına belki de şu sözden başlamak gerekiyor:
"Bir yazın metninin
alımlanmasında, aynı iletişim konumunun değişik dillerde
oluşması düşünülemez. Neden? Yazarın, yalnız her yerde, her
zaman geçerli kalabilecek bir bilgiyi anlatan değil, insan
varoluşunun kültürel, tarihsel, yöresel koşulluluğunu da dile
getirmiş olmasından dolayı." (2)
Akşit Göktürk'ün,
yazın çevirisinin kendine özgülüğünü açıklarken Katharina
Reiss'ın 1977 tarihli bir yayınına dayandırarak aktardığı bu
yaklaşımın anlatımı şöyle sürüyor:
"Çevirmen ise bu
durumda, değişik bir çağda, değişik bir yörede, değişik bir
kültürde hem özgün yapıt yazarı ile okurunun konumunu hem de o
yazar ile çeviri dili okurunun konumunu kavrayabilmek, bu iki konum
arasındaki uçurumu tanılayarak köprüleyebilmek görevini
yüklenir. Bu noktada yazınsal çeviri eşdeğerliliği, bir dilsel
sözcenin, değişik dillerde, değiştirilmiş zaman, yer, kültür
konumunda aynı iletişimsel işlevi gerçekleştirmesiyle sağlanır."
(3)
....
Kitapta Akşit Göktürk'ün
biyografisi şöyle verilmiş:
"(27 Aralık 1934,
Van - 26 Şubat 1988, İstanbul), edebiyat eleştirmeni, yazar ve
dilbilimci.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi
(1960). 1961'de aynı fakülteye asistan olarak girdi. 1965'te
doktorasını verdi; 1972'de doçent, 1978'de profesör oldu.
İngiltere'de Nottingham Üniversitesi'nde (1964-65) ve Almanya'da
Konstanz Üniversitesi'nde (1970, 1974-76) araştırmacı olarak
çalıştı. Uppsala (İsveç) ve Batı Berlin üniversitelerinde
çeviri kuramları ve yöntemleri konulu seminerler yönetti.
Robinson Crusoe'nun Türkçedeki ilk tam çevirisiyle 1969 Türk Dil
Kurumu (TDK) Çeviri Ödülü'nü kazandı. 1975-83 arasında TDK
Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.
1958'den sonra Varlık,
Yeni Dergi, Türk Dili, Yeni Ufuklar, Çağdaş Eleştiri gibi
dergilerde inceleme yazıları ve çeviriler yayımlayan Göktürk,
eleştirilerinde dil çözümlemelerine ve üslup sorunlarına
ağırlık verdi.
D. H. Lawrence, E.
Kästner, F. Dürrenmatt, Bertrand Russell, T. S. Eliot gibi
yazarlardan yaptığı çevrilerle tanınan Göktürk'ün başlıca
yapıtları Edebiyatta Ada (1973), Okuma Uğraşı (1979) ve Çeviri,
Dillerin Dili'dir (1986)."
....
Kitabın ilk sayfası
"Angela'ya" diyor. Ardından Bilge Karasu'nun 1994 tarihli
birkaç sözü geliyor.
"Çeviri: Dillerin
Dili yeniden basılırken Akşit Göktürk'ün düşünürlüğünü
saygıyla, arkadaşlığını sevgiyle anmak isterim."
"Kitap, ilk kez,
sekiz yıl önce yayımlanmıştı. Yazarı, arada, bizden ayrıldı.
Çeviri: Dillerin Dili'ni yeniden okudum: Ne kadar güncel, ne kadar
önemli! Ne kadar çığır açıcı!"
"Önemli iki alanda,
okuma ile çeviri alanlarında, uzmanca yazıyordu Göktürk; ama
amaçladığı okur öbeği, uzmanların oluşturduğu öbekten çok
daha genişti."
"Çeviri karmaşık
bir iştir. Onu olanaklı kılacak bir söylemin amaç dilde
oluşturulması da öyle. Çeviri üzerine bilgi edinmek, çok önemli
bir şeyler öğrenmek isteyenler de, bu konuda nasıl, neler
düşünülebileceğinin ipuçlarını bulmak isteyenler de, eldeki
kitaptan çok yararlanabilir." (4)
....
Akşit Göktürk kitabın
girişini John Keats'in (5) bir şiiriyle yapmış.
"Ünlü ozan John
Keats (1795-1821), en güzel şiirlerinden birinde, yurttaşı George
Chapman'ın on altıncı yüzyıl sonunda yapmış olduğu bir
Homeros çevirisini ilk kez okumanın coşkusunu dile getirir. Eski
Yunanca bilmez Keats. Çeviri buluşturur onu Homeros'un yirmi yedi
yüzyıl öteden gelen gür sesiyle, düşsel dünyasıyla. Zaman,
uzay, dil engelleri birden kalkıverir ortadan. O coşkuyla ozan, bu
unutulmaz okuma yaşantısını adı geçen şiirinde
ölümsüzleştirir:
"Much have I travell'd in the realms of gold
And many goodly states and kingdoms seen;
Round many western islands have I been
Which bards in fealty to Apollo hold.
Oft of one wide expanse had I been told
That deep-brow'd Homer ruled as his demesne;
Yet did I never breathe its pure serene
Till I heard Chapman speak out loud and bold:
Then felt I like somer watcher of the skies
When a new planet swims into his ken:
Or like stout Cortez when with eagle eyes
He stared at the Pasific -and all his men
Looked at each other with a wild surmise-
Silent, upon a peak in Darien."
"[Çok dolaştım altından
ülkelerde
Nice görkemli devletler
krallıklar gördüm:
Gezdim batının birçok
adasını
Ozanların Apollon'u
yücelttiği.
Hep adını işittim koca
bir ülkenin
Alnı geniş Homeros'un
egemenlik sürdüğü;
Ama hiç solumadım o
ülkenin duru havasını
Chapman'ın gür yiğit
sesini işitene değin:
Bir yıldız gözlemcisi
gibiydim o an
Görüş alanına yeni bir
gezegen giren;
Ya da yiğit Cortez gibi
kartal gözleriyle
Pasifik'i süzen -bütün
adamları
Birbirine bakarken çılgın
bir şaşkınlıkla-
Sessizce, Darien'deki bir
uçurumdan.]"
Keats'in bu şiirde George
Chapman'ın Homeros çevirisini ilk kez okumanın coşkusunu dile
getirdiğini belirtmiş, yazın metni çevirisini anlatmış:
"Eski Yunanca bilmez
Keats. Çeviri buluşturur onu Homeros'un yirmi yedi yüzyıl öteden
gelen gür sesiyle, düşsel dünyasıyla. Zaman, uzay, dil engelleri
birden kalkıverir ortadan."
"Çevirinin ne etkili
olabileceğini, duyarlı bir okur bilincinde ne büyük yankılar
uyandırabileceğini kanıtlamaya yeter bu dizeler. Çok gezmiş
dolaşmıştır güzelliğin altın ülkelerinde şiirdeki kişi.
Görkemli devletler, krallıklar görmüştür. Batıda adalar
görmüştür, sanat yaratıcılığının tanrısı Apollon'un
ozanlarca yüceltildiği. Bu arada, koca Homeros'un egemenlik
sürdüğü, alabildiğine geniş bir ülkenin varlığını hep
işitegelmiştir. Ama Chapman'ın gür, yiğit sesiyle karşılaşıncaya
değin, Homeros egemenliğindeki o dünyanın duru havasını
soluyamamıştır hiçbir zaman. Chapman'ın çevirisini okur okumaz,
görüş alanına yepyeni bir gezegen girmiş bir gökbilimci gibi
duyar kendini. Pasifik Okyanusu'nu açınladığında, Panama
Boğazı'ndaki bir burundan, kartal gözleriyle enginleri süzen,
yaman denizcidir kendisi şimdi. Çılgın bir kuşkuyla birbirlerine
bakan şaşkın adamları, olanları anlamamışlardır bile."
"Keats'in şiirindeki
'yeni bir gezegen' ya da engin 'Pasifik' imgelerinin belirttiği
gibi, yazınsal çevirinin önemli bir işlevi, daha önce çok
işitmiş bile olsak, iyice tanımadığımız bir düşsel kurmaca
dünyayı açabilmesidir bize. Hem de, algısı kendi alışılmış
dünyasıyla körelmiş olanların şaşkın bakışları arasında.
Başka bir deyişle, daha önce tanınmayanın kavranışı, çeviride
en can alıcı etkidir. Çevirmen için de böyledir bu, çeviri
okuru için de."
"Böyle görüldüğü
an çeviri, salt dilbilimsel bir işlem olmaktan çıkar. Anlamın
yabancı bir dilden tanıdık bir dile aktarılması değildir çeviri
yalnız."
"Her dil, belli bir
kültürün göstergeler dizgesiyle, belli uzlaşımlar, töreler,
davranışlar, değer ölçüleriyle, kısacası somut insan
yaşamıyla iç içedir. Her yazın metninde sunulan kurmaca dünyanın
art-alanında da, bütün bu etkenler yürürlüktedir. Başka
dillerin tanımladığı başka dünyaların tanıtılmasıdır
çeviri bu yönüyle."
Jakobson, Ludskanow,
Lawendowski ve Wilss kaynaklarını belirterek çevirinin dilbilimin
olduğu ölçüde göstergebilimin de konusu sayıldığını
söylemiş:
"Doğal diller
arasında, yalnız soyut dilbilimsel düzeneklerle işleyen bir
etkinlik değildir. Dilbilimin olduğu ölçüde göstergebilimin de
konusu sayılması bu özelliğinden ileri gelir. İnsanın kendi
yaşam çevresi dışındaki olgularla düşleri bilme çabasının
bir sonucudur çeviri. Değişik toplulukların, ulusların, bilim,
sanat, düşünce alanındaki çabalarını birbirleriyle
paylaşabilme yoludur. Bu yol, insanoğlunun ayrı diller konuşması
gerçeğinin yanı sıra, Babil'den beri hep var olagelmiştir. Bu
yönüyle tek tek diller ötesinde bir ortak dildir çeviri, dillerin
dilidir. Kıskanç bir tanrının, insanoğlunu bölüp dağıtmasından
doğan olumsuz sonuçlara. Prometheus'ça bir başkaldırmadır."
"Keats'in şiirinde
coşkuyla dile getirildiği gibi, çeviri yeni bilgi alanlarına
açılmanın yoludur. Tarih boyunca birçok uygarlıkta, aydınlatma
dönemleri çeviriyle başlamıştır. Her toplumda, her çağda,
sanat, bilim, düşünce alanlarında özgün yaratıcılığın,
açık ya da dolaylı olarak, çeviriyle beslendiği su götürmez
bir gerçektir. Bu nedenle çevirinin kendisi, son yıllarda gitgide
daha çok önem kazanan bir inceleme konusu durumuna gelmiştir."
Çeviribilim adı verilen
araştırma alanının yanıtlamaya çalıştığı başlıca
soruları sıralamış:
"Nasıl bir dilsel
kültürel olgudur çeviri? Çeviri sürecinde söz, anlam, iletişim
açısından hangi etkenler yürürlüktedir? Yazar, çevirmen,
çeviri okuru ilişkisi ne gibi özellikler gösterir? Hangi tür
metinler hangi yöntemle çevrilmeyi gerektirir? Metinlerin yapısı,
dilsel işlevleri, çeviri açısından nasıl çözümlenebilir? Hem
bu çözümlemede, hem de çevirinin değerlendirilmesinde, çeviri
eleştirisinde uygulanabilecek ölçütler nelerdir? Çeviri
öğretiminin temel ilkeleriyle yöntemleri ne olmalıdır?"
Çeviribilimin yazın
çevirisiyle yeterince ilgilenmediğini belirtmiş:
"Çeviribilim, çeviri
olgusunu çoğunlukla bir bütün olarak ele alır. Dolayısıyla,
sık sık genel kuralların dışına düşen, kendine özgü
birtakım işlemler kullanan yazın çevirisiyle yeterince
ilgilenmez. Oysa, çevirinin en yaygın uygulama alanından biri
olagelmiş yazın çevirisinin, çağdaş metinbilim, göstergebilim,
yazınbilim ışığında, hem kuram hem de yöntem açısından
enikonu irdelenmesi gerekir."
Kitabın kapsamını
açıklamış:
"Bu çalışma kendi
sınırları ölçüsünde, yazın çevirisinin genel çeviribilim
içindeki yerini belirlemeye yönelik bir çabadır. Böyle bir
amaçla, ilk üç bölümde çeviri, bir metin kuramından yola
çıkılarak, genel iletişim açısından ele alınmış, sonraki üç
bölüm ise, gene metin kuramı çizgisinde, yazın çevirisinin
kendine özgü konumu ile sorunlarını betimlemeye ayrılmıştır.
Yedinci bölüm de, çeviri eleştirisinin kuramsal temeli,
yöntemleri, ölçütleri konusunda açıklamalar, gözlemler,
öneriler içeriyor." (6)
....
Göktürk çalışmayı
"yazın çevirisinin genel çeviribilim içindeki yerini
belirlemeye yönelik bir çaba" olarak nitelendirmiş. İlk üç
bölümde çevirinin bir metin kuramından yola çıkılarak genel
iletişim açısından ele alındığını, sonraki üç bölümünse
yazın çevirisinin kendine özgü konumu ile sorunlarını
betimlemeye ayrıldığını belirtmiş.
Kitap yedi ana bölümden
oluşuyor.
I. ÇEVİRİ İLE DİL
II. DİLSEL İŞLEV İLE
ÇEVİRİ
III. ÇEVİRİBİLİM
AÇISINDAN METİN TÜRÜ
IV. YAZIN METNİNİN
ÇEVİRİSİ
V. KURAMSAL
BELİRLEYİMLER
VI.
EŞDEĞERLİLİK-YETERLİLİK
VII. ÇEVİRİ ELEŞTİRİSİ
....
I. ÇEVİRİ İLE DİL
İlk bölümün girişinde
çevirmenin görevi, "tek tek sözcükler ya da tümcelerden çok
metinleri çevirmek" olarak tanımlanıyor, çevirmenin hem
kaynak dilin, hem de çeviri dilinin işleyiş düzenini çok iyi
bilmesi, ikisinde de dilbilgisel öğeleri çözümleyebilecek yetide
olması gerektiği vurgulanıyor:
"Her metni, içinde
oluştuğu toplumsal konum gereği belirleyen birtakım iletişimsel
özellikler vardır. Bu özellikler, metnin göndericisine,
alıcısına, iletisinin niteliğine göre değişiklik gösterir."
"Birbirine benzer
iletişimsel işlevi olan metinler, dilden dile apayrı dilsel
eşdeğerliliklerle olsa bile, benzer bir yöntemle aktarılmayı
gerektirebilir."
"Bir metnin
iletişimsel özellikleriyle, çevirisinde benimsenecek tutum
arasındaki ilişki, ilkçağdan beri çeviri araştırmasının
üzerinde durduğu noktalardan biri olmuştur."
Konu altı alt başlıkla
inceleniyor:
1. Sözcükler mi, Anlam
mı?
2. Hangi Metne Hangi
Yöntem?
3. İletişim Açısından
Çeviri
4. Metnin Alıcısı
5. Metnin İletisi
6. Metnin İşlevi
Çeviri sorununa metin
türü açısından bakan ilk çevirmen olarak Latince'ye Kutsal
Kitap'ın ünlü Vulgata çevirisini yapan ermiş Hieronymus'un
(348-420) adı verilerek ilkçağın bir başka ünlü çevirmeni
Cicero'nun (İÖ 106-43) izinden gittiği, iki temel çeviri
tutumundan söz ettiği belirtiliyor:
verbum e verbus: sözcüğü
sözcüğüne çeviri
sensum exprimere de
sensu: anlamın çevirisi
Cicero kendi çevirilerinin
hemen hepsinde anlamın özgürce aktarılmasını benimsemiş.
Hieronymus ise genel olarak Kutsal Kitap metni için sözcüğü
sözcüğüne bir çevirinin, dindışı metinler için de anlam
çevirisinin uygun düşeceğini belirtmiş. Yüzyıllar boyunca
birçok çevirmen ya Cicero'nun "ut interpres" diye
adlandırdığı sözcüğü sözcüğüne çeviri, ya da "ut
orator" dediği anlam çevirisine bağlanmış, bunlardan
birinin doğruluğunu ötekine karşı savunmuş.
19. yüzyıl başında
Alman düşünürü, tanrıbilimci Friedrich Schleiermacher
(1768-1834) Berlin'de Krallık Bilimler Akademisi'nde okuduğu
"Çevirinin Değişik Yöntemleri Üstüne" başlıklı
incelemesinde, çevrilen metin türüyle uygulanacak çeviri yöntemi
arasındaki ilişkiye özel bir önem vermiş, düşüncelerinin
çeviri kuramının gelişmesine katkısı büyük olmuş.
Schleiermacher metinleri
genel olarak iki öbekte değerlendirmiş, bir yanda sanat
metinleriyle bilimsel metinler, öte yanda gündelik iş yaşamını
ilgilendiren metinler.
"İş yaşamında,
konu ya da nesne öncelik taşıdığı için, anlam her zaman
tektir, değişik yorumlara açık değildir. İş yazışmalarında
belli edimleri yansıtan kalıp sözler, bu tür metinlerde dilin,
ancak belirli bir anlam taşıyıcısı olduğuna kanıttır. Bilim
ile sanat metinlerinde ise yazar, konusunu, nesnesini, özgün dil
kullanımıyla, kendisi oluşturur."
Göktürk gündelik iş
metinlerindeki anlamın saptanmış niteliğiyle doğrudan doğruya
kavrandığını ve değişik kişilerce kavranışının pek
ayrımlılık göstermediğini, öznel dil kullanımıyla oluşmuş
bilim-sanat metinlerininse alışılmış anlam kalıplarının
ötesine geçmeyi amaçladıklarından çoğul anlamlı iletilerinin
ancak yorumla ve dolaylı olarak kavranabileceğini belirtiyor.
"Bu tür metinler,
var olan iletişim kalıplarını, belli sözlerle deyimleri,
korumaya, sürdürmeye değil, özgünlüğe yönelirler. Gerçekte
bu özgünlük, bu var olan kalıpları kırma, eskiyi aşma eğilimi,
bilim-sanat metinlerinin başlıca özelliği olan canlılığın da
kaynağıdır. Bu tür metinlerin çevirisinde, yazarın aktarılması
büyük önem taşır Schleiermacher'e göre. Bu noktada, metin
türüne uygun çeviri tutumunu belirlerken, biri okurun yazara
götürülmesi, biri de yazarın okura götürülmesi olmak üzere
iki yöntemden söz eder. Sanat metinleriyle bilim metinlerinde
tutulacak çeviri yolunun, okurun yazara götürülmesi olduğunu
düşünür."
Göktürk,
Scheleiermacher'ın ayrımında bilimsel metinler için ileri sürülen
yazarın bireyselliğinden gelme özgünlük nitelemesinin, insan
bilimleri için doğru olabilse bile, bilimin gelişmesi sonucunda
deneysel bilimler için geçerliliğini yitirmiş olduğunu söylüyor.
İletişim açısından
çeviriyi değerlendirirken iki kuramdan söz ediyor: "Metiniçi
dilsel örgüleri inceleyen dilbilimsel metin kuramı ile metindışı
dilsel-toplumsal örgüleri inceleyen iletişimsel metin kuramı".
"Bir metnin kendi
somut dilbilimsel işlevleriyle kendi dışındaki hangi okura
ulaşmak istediği, çeviri açısından önemli bir noktadır"
diyerek gönderici ile alıcının düzeylerinin, yazarın okura
nasıl önyargılarla yöneldiğinin önemli olduğunu, metin dışı
etkenlerin göz önünde tutulup tutulmamasının metnin işlevsel
yapısını etkilediğini, iletinin konusunun ve metnin amacının
önemli olduğunu belirtiyor.
(7)
II. DİLSEL İŞLEV İLE ÇEVİRİ
İkinci bölümün
girişinde çeviri araştırmasının metin dilbilimi ve metin yorumu
çalışmalarıyla ilgili olduğu, ancak bu ilginin soyut
sınıflandırmalardan çok, metinlerin iletişim özelliklerine
yönelik olduğu belirtiliyor.
Konu dört alt başlıkla
inceleniyor:
1. İşlevle İlgili
Görüşler
2. İşlev Açısından
Çevrilebilirlik Sorunu
3. Metin Ana-türleri
4. Metin Alt-türlerine
Doğru
Metin dilbilimi açısından
ilginç görüşlerden birinin C. K. Ogden ile I. A. Richards'ın
'The Meaning of Meaning' (Anlamın Anlamı) adlı yapıtında
karşımıza çıktığı vurgulanarak dilin beş temel işlevi
aktarılıyor:
1. Belli bir anlama
yapılan göndermenin simgeleştirilmesi.
2. Dinleyiciye yönelik
tutumun açığa vurulması.
3. Göndergeye yönelik
tutumun açığa vurulması.
4. Amaçlanan etkinin
uyandırılması.
5. Anlama yapılan
göndermenin desteklenmesi.
Yazarların birinci işlevi
nesnel bir anlamın dilsel simgelerle betimlenmesi olarak gördükleri,
diğer dört işleviyse duygusal ya da uyarıcı kullanım kapsamında
değerlendirdikleri, bu tür dil kullanımıyla oluşan metinlerde
alıcıda uyandırılan tepkinin niteliğinin önem taşıdığı,
örneğin sanat yapıtlarında bu kullanım biçiminin ağırlıklı
olduğu, yazarların görüşünün yirminci yüzyılın ilk
yarısında dilbilim ve yazın eleştirisi alanında etkili olduğu
belirtiliyor.
Karl Bühler'in 1934'te
yayımlanan Dil Kuramı adlı yapıtında ruhbilim doğrultulu
"Organon Modell" bölümlemesinde geliştirdiği temel
dilsel göstergenin üç ana işlevi aktarılıyor:
1. Betimleme İşlevi
2. Anlatım İşlevi
3. Seslenme İşlevi
Roman Jakobson'un 1964'te
getirdiği dilsel gelişme olgusunun genel açıklamasında ve M. A.
K. Halliday'in 1970'in ilk yıllarında ekledikleri üçer ana
işlevden söz ediliyor:
Roman Jakobson:
1. İlişkisel İşlev
2. Üst-dilsel İşlev
3. Şiirsel İşlev
M. A. K. Halliday:
1. Kavramsal İşlev
2. Kişilerarası İşlev
3. Metinsel İşlev
Göktürk, temelde iki
işlevden söz ediyor:
1. Nesnel bilgi
içeriklerinin dile getirilmesiyle ilgili olanlar.
2. Duygusal-anlatımsal
nitelikli olanlar. (8)
Çeviri araştırmasının
soyut metin kuramlarından daha çok, dilin dilbilim, toplumbilim,
ruhbilim gibi alanlarından, öte yandan yazınbilimden yararlanarak,
metinler karşısında sürdürülecek bir çeviri uğraşının
ilkelerini saptamaya çalıştığını belirterek Albert Neubert'in
değişik dil işlevlerinden oluşmuş metinler için çevrilebilirlik
açısından verdiği sıralamayı aktarıyor:
1. Özellikle kaynak dile
yönelik metinler.
2. Öncelikle kaynak dile
yönelik metinler.
3. Hem kaynak dile hem
çeviri diline yönelik metinler.
4. Öncelikle ya da Özellikle çeviri diline yönelik metinler.
4. Öncelikle ya da Özellikle çeviri diline yönelik metinler.
Kaynak dile yönelik
metinlere örnek olarak yazınsal metinler veriliyor. Bu sıralamadaki
her metin türünün çevrilebilirlik derecesinin ötekilerden ayrı
olduğu, yazın türlerinin çevrilebilme koşullarının bir
genelleme ile açıklanamayacağı, çevrilebilirlik niteliğinin bir
şiirden, bir romandan, bir oyundan ötekine değişebileceği
belirtiliyor. (9)
Katharina Reiss, Bühler'in
üç dilsel işlevin değişik türde metinler oluşturduğu
görüşünden yola çıkarak metin ana türleri üzerinde
temellenmiş bir çeviri kuramı geliştirmeye çalışmış. 1971
tarihli bir incelemesinde çeviri eleştirisinin olanaklarını ve
sınırlarını konu almış. Bühler'deki betimleyici işlevin
içerik, anlatım işlevinin biçim, seslenme işlevinin de çağrı
ağırlıklı olduğunu belirtmiş. Başka yollardan yayılan radyo
televizyon oyunları, şarkı opera sözü gibi metinleri dördüncü
bir tür olarak görüp işitsel araçlı olarak adlandırmış. Daha
sonra yanlış anlamaları önlemek için kavramlarında değişiklik
yapmış. 1983'te yayımladığı bir çalışmasında bölümlemesini
bilgilendirici ve anlatımcı diye adlandırmış. 1984'teki bir
yayımında dördüncü metin türüne verdiği adı çok araçlı
olarak düzeltmiş. (10)
Göktürk, üç temel
dilsel işlevden yola çıkılarak geliştirilmiş metin anatürleri
görüşünün bütün diller için geçerlilik taşıdığını,
betimleyici, anlatımcı ve seslenici nitelikte her dilde sayısız
örnek bulunabileceğini, çeviride gözetilecek temel ilke kaynak
dil metnindeki işlevlerin çeviri metninde de sürmesi olduğu için
metin ana türleri yaklaşımının sağlıklı bir çıkış noktası
sağlayabileceğini belirtiyor. Ancak her metnin iletişimsel
yapısının tek işlevle açıklanamazlığı nedeniyle çevirmeni
sayısız sorunun beklediğini ekleyerek Robert de Beugrande ile
Wolfgang Dressler'in betimleyici metinler, anlatı metinleri,
tartışma metinleri, yazın metinleri, şiirsel metinler, bilimsel
metinler, öğretici metinler gibi türlerle getirdikleri ayrımdan
ve toplumdaki metin geleneklerinin etkisinden, çevirmenin
ayrıntıları hem kaynak hem çeviri dilinde kavraması için diller
ardındaki kültürleri yeterince tanıması gerektiğinden söz
ediyor. (11)
III. ÇEVİRİBİLİM AÇISINDAN METİN TÜRÜ
Akşit Göktürk metin
türlerinin toplumsal iletişim işlevlerine göre ayrıntılı
olarak bölümlenmesinin önemine değinip Reiss ve Vermeer'in 1984
tarihli bir yayınına dayanarak metin türlerinin ilk elde yalın,
karmaşık ve önceli metin türleri olarak üç öbekte
toplanabileceğini söyleyerek konuyu dört alt başlık altında
işliyor:
1. Metin Gelenekleri
2. Dilin değişik
Düzeylerinde Metin Geleneği Etkisi
3. İletişim Açısından
Metin Türü
4. Metin Türü Geleneği
ile Çeviri
"Dil içindeki metin
gelenekleri, kültürün akışına göre değişikliklere
uğrayabilirler. Gerçekte, sessizce etkilerini yürüten bu
gelenekler, yazılı olmayan kurallar gibidir." (12)
"Yazın metinleri
çoğunlukla, yalnız anlatım değil, büyük ölçüde bir
sesleniş, çağrıdır da. Seslendikleri alıcıya göre, yazarın
yenilik, yaratıcılık eğilimine göre biçimlendiklerinden, bu
metinlerde geleneğin payı, tek tek metinleri belirleyecek
genelgeçer kalıplar sağlamak değildir." (13)
İletişim açısından
metin türü geleneklerinin tanınmasının anlamına değinen
Göktürk, üç etkiden söz ediyor. "Bunlardan birincisi, hangi
gelenekten bir metin karşısında olduğumuzu gösterecek
belirtilerdir. İkincisi, belli bir beklenti durumunun uyandırılması,
üçüncüsü de metni kavrayışımızın yönlendirilmesidir."
Bunları açıklamak için mahkeme kararı, kısa hayvan öyküsü ve
maç yazısı, yayınevi reklamı ve eleştirmen yazısı örneklerini
veriyor.
"Böylece bu iki
okuyuştan her birinde, metni başka bir dilsel işlevin, başka bir
metin türü geleneğinin örneği olarak görürüz. Bütün bu
ayrıntılar, metinlerin doğru anlaşılmasını sağladıkları
gibi, çevirmence bilincine varıldıklarında sağlıklı bir
çevirinin de temelini oluştururlar." (14)
Metin türlerini bütün
diller için geçerli genel metin türleri, birden fazla dilde
bulunan metin türleri ve tek dile özgü metin türleri olarak üç
grupta değerlendiriyor.
"Birinci öbekte, bir
yazı kültürü olan her dilde bulunabilecek masal, destan, mektup,
sözleşme, şiir; ikinci öbekte, sone, gazel, balad, 'limerick';
üçüncü öbekte de Japon 'no' oyunları ya da 'haiku' şiirleri,
Türkçe'deki mani gibi metinler yer alır."
Metin türü
gelenekleriyle ilgili ayrıntılı bilginin, değişik metinlere
uygulanacak doğru çeviri yönteminin saptanmasında sağlayacağı
yararı vurguluyor:
"Metin türünün
geleneği her yönüyle göz önünde tutulabilirse, hangi metinlerin
iletişimsel yöntemle, iletinin aktarılmasına ağırlık verilerek
çevrilebileceği, buna karşılık hangi metinlerin dilsel biçimine
ağırlık verilerek çevrilmesi gerektiği daha kolay
kararlaştırılabilecektir." (15)
Çevrilmesi söz konusu
olan metnin çeviri dilinin kültür dizgesi içinde daha önce bir
geleneği olmaması durumunda çeviri metninin çeviri dilinde yeni
bir geleneğin başlamasında etkili olabileceğini, Even-Zohar 1978
ve Toury'nin 1980 tarihli yayınlarını referans vererek bu durumun
daha çok yazın alanındaki metin türlerinde görüldüğünü
belirtiyor, örnekler veriyor:
"Sözgelişi, Türk
yazınında belirli geleneği bulunmayan roman türü, on dokuzuncu
yüzyıl ortalarında batı yazınından ünlü örneklerin
çevrilmesiyle tanınmış, böylece Türkçe'de yeni bir metin türü
geleneği başlamıştır."
"Öte yandan,
Arapça'da, Farsça'da, Osmanlıca'da yaygın bir gelenek olan gazel
türü biçim olarak Almanca'ya on dokuzuncu yüzyıl başlarında
Schiller, Goethe, Rückert, Platen gibi ünlü yazarlarca
aktarılmakla birlikte, Alman dilinde sürekli bir metin geleneği
oluşturamamıştır. Tıpkı İngilizce'de Edward Fitzgerald'ın
1859'da yayımlanan 'Rubaiyat of Omar Khayyam' çevirisinin, büyük
etkisine karşın İngilizce'de 'rubai' benzeri bir metin geleneği
oluşturamaması gibi."
"İtalya'da on
dördüncü yüzyıl sonlarında ortaya çıkan, İngiliz yazınına
on altıncı yüzyıl başlarında Wyatt ile Surrey aracılığıyla
aktarılmış sone geleneği ise, hem İngilizce'de hem de öbür
Avrupa dillerinde yüzyıllar boyu sürecek yeni bir metin alt türü
geleneğini başlatmıştır."
"İngiliz yazınının
en zengin metin geleneklerinden biri olan deneme türünün, daha
doğrusu deneme söyleminin oluşmasında, John Florio'nun 1603'te
yayımladığı Montaigne çevirisinin payı tartışılmaz
önemdedir." (16)
Yabancı dildeki bir
metnin alıcı dildeki metin geleneklerinin hiçbirine oturmaması
durumunda birçok deyimin ve kavramın yeterli açıklamalarla
aktarılmasının gerekeceğini belirtiyor, sanat metinlerindeki
biçemsel özelliklerin önemini vurguluyor:
"Metin türü ile
kaynak dil ya da çeviri dili gelenekleri arasındaki ilişkile
konusunda bu gözlemlerden varılabilecek sonuç, betimleyici,
bilgilendirici, kullanmalık metin türlerinin çoğunlukla
iletişimsel bir çeviri yöntemiyle her şeyden önce iletinin,
bilgi içeriğinin aktarılması gözetilerek çevrilebileceği,
kurmaca nitelikli sanat metinlerinde ise metin örgüsündeki dilsel,
yapısal özelliklerin öncelik kazandığıdır. Böyle metinlerin
çevirisinde, çeviri dilinde yalnız içerik yönünden değil, ses,
sözcük, sözdizimi özelliklerine, bütün yapı öğelerinin
düzenlenişine, bu öğelerin kendi aralarına etkileşimlerine, bir
eşdeğer bulmak zorunludur." (17)
IV. YAZIN METNİNİN ÇEVİRİSİ
"Metinlerin ana işlev
türlerine göre yapılan bölümlemede, en büyük güçlük,
anlatımcı diye adlandırılan işlevi, somut metin örneklerinde
tanımlayabilmek, irdeleyebilmektir."
Akşit Göktürk, yazın
metninin çevirisini konu alan bölüme böyle başlıyor. Dilin
değişik amaçlara yönelik işlevlerini inceleyen kuramcıların
(Ogden ve Richards, K.Bühler, J. L. Austin, Jakobson, Halliday,
Reiss adlarını veriyor) ortak yönlerinin iki ana işlev öbeğine
yer vermeleri olduğunu belirtiyor, "gerçek nesneler, olgular
durumlarla ilgili bilgi, gözlem, düşünme aktarımına yönelik
olan birincisi kullanmalık metinlerde, yaratıcı buluş ile
bilginin aktarımına yönelik olan ikincisi, kurmaca metinlerde
etkilidir" diyor. "Dilbilimin bir neredeyse yan dalı
olarak geliştirilen çeviri araştırması"nın yazın
metinlerini iletileri ve dilsel düzenlenişleri açısından
"bilimsel kesinlikte ölçütlere vurulamazlıklarından dolayı"
göz ardı etmesinin başlıca nedenini, "çoğunlukla kurmaca
nitelikli olan yazın metninin, dilin sözcük, sözdizimi, anlam
kurallarına sıkı sıkıya bir bağlılıkla değil, anlamda,
deyişte, anlamın göndergesinde, sürekli bir değişiklikle,
yaratıcı yenilikle oluşması" olarak açıklıyor.
Göstergebilim açısından bakıldığında bir yazın metninin
kavranışında yazar ile okurun tepkisinin gündelik dil
kullanımındaki genel kuralın tersine her zaman birbirini bütünler
nitelikte olmadığını vurguluyor:
"Birçok durumda
okur, bir yazın metnindeki örtük anlamları da kendi kavrayışınca
açık kılma eğilimindedir. Bu örtük anlamların, bireysel
okurlarca hangi yönde açık kılınacağı ise, yazarca öngörülmüş
bir şey değildir."
Yazın metninin bu
işlevsel özelliğini uzmanların değişik biçimlerde
adlandırdıklarını belirterek Mukarovsky'nin "doğal devinim
yitimi" (1964), Eco'nun "açıklık" (1968),
Ingarden'in "çok sesli uyum" (1968), Iser'in
"belirlenmemişlik" (1970), Schmidt'in "çoğul
işlevlilik" (1971) ya da "çok-değerlilik" (1979)
kavramlarından, yazın metninin anlamını okuyucunun yaratıcı
edimiyle kazandığından söz ediyor:
"Gerçekte yazın
okuru, metin içinde, yaratıcı bir düşgücünün katkısıyla yol
alır anlama doğru. Metnin anlamını kendisi yaratır bir bakıma,
hazır bulmaz."
Yazın metninin
Wittgenstein'ın deyimiyle kurallarını kendi içinde taşıyan bir
dil oyununun sürdürülmesini gerektirdiğini, yerleşik algı
alışkanlıklarımız çerçevesinde yorumlanamayacağını
söylüyor:
"Çeviri
araştırmasını yazın metni işte bu noktada zorlar, katı, kesin
yöntemlerle ele alınmaya gelmez. Sözgelişi, hiçbir şiir,
okurunu doğrudan doğruya metin dışı bir gerçekliğe göndermez.
Dilsel gösterge olarak şiir ile metin dışı herhangi bir nesne ya
da durum arasında karşılıklı, örtüşen bir ilişki yoktur.
Kendi başına, bağımsız bir dilsel bütündür yazın metni."
Yaratıcı yazarların
bilinen dil kurallarıyla, hazır verilerle değil, yepyeni dilsel
bireşimlerle çalıştığını, (Catford'un 1965 tarihli
çalışmasına atıfta bulunarak) sesi sözcüğü yapıyı,
sözdizimini en beklenmedik bileşimlerde kullanabildiklerini
vurguluyor:
"Bu nedenle de, yazın
metni çevirmeninin durumu, uygulamalı bilgi alanlarından, özel
amaçlı uzmanlık metinlerinden çeviri yapan bir kimseninkine
benzemez." (18)
Kullanmalık metinlerde
(Wills'in 1982 tarihli çalışmasına atıfta bulunarak) metin içi
ile metin dışı anlam göndergelerinin özdeşliğine, bu durumun
sözlük ve sözdizimi yönünden bir kalıplaşmaya, gelenekleşmeye
daha elverişli olduğuna, kesin bilgiye yöneldikleri için daha çok
sözcüklerin düzanlamlarından yararlandıklarına değinerek yazın
metinlerinin özelliklerini açıklıyor:
"Yazın metinlerinde
yalnız düzanlamlarından değil, büyük ölçüde yananlamlarından
da yararlanılır. Üstelik bu yananlam ilişkileri, dilin yerleşik
düzenlerinde var olan anlam alanlarındaki belli olasılık
dizilerine dayanmak zorunda değildir."
"Özgün olmak, yeni
olmak, varlığının temelidir sanat metninin. Çok yönlülüğünün,
belirsizliğinin, çok anlamlılığının başlıca nedeni de
budur."
Yine Wills'e atıfta
bulunarak yazın çevirisinin iki güçlüğünden söz ediyor:
"Yazın
metinlerindeki yananlamların dilin genel yapısında, her sözcüğün
ardında yer alan alışılmış anlam dizilerine göre seçilmeyişi,
dolayısıyla da ancak çağrışımsal, yorumbilgisel işlemlerle
kavranabilmesi."
"Özgün metin
dilindeki, karmaşık, çok yönlü alımlama koşullarının, çeviri
metnin dilinde de yaratılması zorunluluğu."
Temel sorunun, özgün
metin dilindeki yananlamların, çeviride de yeterli etkiyle üretilip
üretilmeyeceği olduğunu belirtiyor. (19)
Çeviribilim İçinde
yazın çevirisinin yerini anlatırken değişik işlevli metin
türlerinin toplumda belli uzlaşımlar, kalıplaşmış geleneklerle
kurallar oluşturduklarını, sözcük, dilbilgisi, deyim, metin
kuruluşu, metin yapısı, metin biçimi, noktalama gibi düzeylerde
geleneksel kurallaşmalardan söz edilebileceğini, yazın
metinlerininse böyle bir kurumlaşmadan uzak olduğunu söylüyor:
"Yazın metninde ise,
roman, şiir, oyun, deneme gibi türler için son derece esnek biçim
tanımları dışında, hiçbir dil düzeyinde (ses, sözcük, anlam,
sözdizimi, bütün yapı) kalıplaşmadan söz etme olanağı
yoktur. Her somut yazın metni yeni bir olgudur karşımızda."
Rolf Kloepher'in yazın
metinlerinin çevirmenliği ile yazındışı metinlere yönelik
çevirmenlik arasında kesin bir ayrım gördüğünü, onun da
Schleiermacher'i izleyerek gerçek anlamda çevirmenliğin yazın
çevirmenliği olduğunu, yazındışı çevirininse dilmaçlık
olarak adlandırılabileceğini ileri sürdüğünü aktarıyor.
"Çevirinin temel
sorunları Kloepher'e göre on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda
araştırılmış, Diderot, Goethe, Schleiermacher, Wilhelm von
Humboldt gibi düşünürlerin bu alanda büyük katkıları
olmuştur" diyerek "bütün bu araştırmalar sonucunda
saptanmış olan belli başlı çeviri yöntemleri olarak şunları
sıralıyor:
1. Tanrı dilinin insan
diline çevirisi
2. Sözcüğü sözcüğüne
çeviri
3. Özgür çeviri
4. Güvenilir çeviri
Kloepher'e göre yazın
çevirisi için benimsenebilecek yöntemin, Schleiermacher'in kendi
anadiline yapılacak çeviriler için saptadığı "yabancılaştırma",
"Almancalaştırma" tutumlarının bir orta yolu olan
dördüncü yöntem olduğunu belirtiyor:
"Bu tür çeviride
çevirmen yalnız kaynak metne ya da yalnız çeviri okurunun
beklentilerine bağlı kalmak gibi, tek doğrultuya saplanmaz, bu iki
etkeni de yerine göre sürekli göz önünde tutar. Çeviri metin,
kaynak metnin dil ile kültür dünyasını, gereken ölçüde
yankılandırmalıdır." (20)
"Çeviri, yaratarak
yazmaktır - ama gelişigüzel anlamda, olanı yeniden yazmak ya da
aktarmak değil, yazarlığın yazarlığıdır. Novalis belki de bu
anlamda, ozanınozanı diye söz ediyordu çevirmenden." (21)
Jiri Levi'nin, Cicero'dan
beri bağımlı-özgür, metne bağlı-sanat nitelikli,
yabancılaştırıcı-Almancalaştırıcı türünden çift
kavramlarla adlandırılagelmiş çeviri yöntemlerini yanılsamacı
olan ve olmayan yöntemler olarak başlıca iki öbeğe ayırdığını
söylüyor:
"Bunlardan birincisi,
çeviri yapıtın okurda bir özgün yapıt okuyormuş yanılsamasını
uyandırmasının amaçlandığı durumdur. İkincisi de çevirinin
okurda böyle bir yanılsama uyandırmamasına, tersine, özgün
değil çeviri bir metin okuduğu bilincinin sürdürülmesine
yönelik durumdur."
"Levy'nin kendi
çeviri anlayışı da yanılsamacı, dilbilim yönünden işlevselci,
estetik yönden gerçekçidir. Bu anlayışta özellikle gene Prag
Okulu kökenli işlevselci bir metin kavramı ile, etki kavramı ağır
basar." (21)
Levy'nin bir çeviri
sürecinde saptadığı aşamaları aktarıyor, çeviri kuramına
katkısından söz ediyor:
1. Metnin, yazınsal,
biçemsel yönden bir sanat yapıtı olarak bütünüyle kavranışı.
2. Metnin, anlam
çekirdeğinin bulunarak yorumlanması.
3. Metnin, birtakım
dilsel, biçemsel dizgeler arasında karşılıklı bir uygunluk
gözetilerek, bir sanatsal biçemle aktarımı.
"Levy çevirmenin bir
ölçüde, hem dilbilimci, hem yazın kuramcısı, hem de eleştirmen
niteliği taşıması gerektiğine inanır."
"Levy'nin Almanca'ya
1969'da çevrilen yapıtının altbaşlığında "Bir Sanat
Türünün Kuramı" (Theorie einer Kunstgattung) sözcükleri
yer alır. Başlıktaki bu sözcükler, onun yazın çevirisini
kendine özgü bir sanat dalı olarak gördüğünü daha ilk bakışta
kanıtlar."
Sanat çevirisini yazın
araştırmasıyla yakından ilgili gören kuramcılar arasında
Ortega Y Gasset, Ralph Rainer Wuthenow, Andre Lefevere adlarını
veriyor, yaptığı Ortega Y Gasset alıntısına dayanarak hiçbir
yazın metninin çevirisinin, özgününün tıpkısı olmaya
yeltenemeyeceğini vurguluyor:
"Çeviri özgün
metnin tıpkısı değildir. Aynı yapıtın başka bir sözcük
dağarcığıyla oluşması değildir, böyle olmayı da amaçlayamaz.
Şunu özellikle belirtip vurgulamamız gerekir, çeviri kendine özgü
ölçütleriyle, amaçlarıyla apayrı, bütün öbür yazın
türlerinden başka, özel bir yazın türüdür."
Çeviride ağır basan
amaç bir temel bilginin iletilmesi olduğundaysa, dilsel göstergenin
kesin anlamlara götürmek zorunda olduğunu, dile getirilen bilginin
doğrulanabilir, genelgeçer nitelikte olması zorunluluğunun
bulunduğunu belirtiyor, bir kimya metni çevirisi örneği üzerinden
açıklıyor:
"Dolayısıyla özgün
metnin yazarı, dilin ses, sözcük, sözdizimi, anlam düzeylerinde
öznel biçem deneylerine girişmemiş, elden geldiğince doğrudan
doğruya bir dille, yananlamlardan çok, ilgili bilim alanının
genel terimleriyle saptanmış düzanlamlarla dile getirmiştir
konuyu."
Kade'nin 1968, Jaeger'in
1975, Wills'in 1977 tarihli çalışmalarına atıfta bulunarak
birçok kuramcının ileri sürdüğü iki aşamalılığın bu tür
bir metin çevirisi için her bakımdan geçerli olduğunu, ama böyle
bir örtüşmenin gündelik doğal dilin ya da yazın dilinin
işleyişinde söz konusu olamayacağını söylüyor:
"Gerçekten de burada
çevirmen önce özgün metin dilini dilbilgisel bir çözümlemeden
geçirerek anlamı saptar, sonra da bu anlamı çeviri dilinden
seçeceği dilbilgisel öğelerle anlatır. Metnin içeriğini
oluşturan bilgi de her çağ, her toplum, her okur için aynı
geçerlikte kalır."
"Canlı, esnek,
devingen, değişken öğelerden oluşan yazın dili, düzanlamlar
doğrultusunda bir kalıplaşmaya, geleneksel bir kurallaşmaya
zorlandığı an ölür. Gerçek yazın metinlerinin, salt
dilbilimsel temelli bilgisayar çevirisine elverişsizliği de, bu
özelliklerinin doğal bir sonucudur." (22)
Ortega y Gasset'in çeviri
metnin özgününün tıpkısı olamayacağını söylerken düşündüğü
durumun özellikle yazın çevirisinin bu yönleriyle ilgili olması
gerektiğini belirterek yazın çevirisinin kendine özgü ölçütleri
ve kuralları olan bir etkinlik olduğunu, dilsev işlevi yönünden
özgün metninkine eşdeğer bir metin ortaya koymayı amaçladığını,
buradaki eşdeğerliğin yalnız dilsel gösterge ya da içerik
düzeyinde bir özdeşlik olamayacağını belirtiyor.
Burada, Reiss'ın 1977
tarihli çalışmalarına atıfta bulunarak, bu yazının girişinde
de aktarılmış düşünceyi iletiyor:
"Bir yazın metninin
alımlanmasında, aynı iletişim konumunun değişik dillerde
oluşması düşünülemez. Neden? Yazarın, yalnız her yerde, her
zaman geçerli kalabilecek bir bilgiyi anlatan değil, insan
varoluşunun kültürel, tarihsel, yöresel koşulluluğunu da dile
getirmiş olmasından dolayı."
Yazın metniyle çevirmenin
konumlarını ve işlevlerini irdeliyor.
"Çevirmen ise bu
durumda, değişik bir çağda, değişik bir yörede, değişik bir
kültürde hem özgün yapıt yazarı ile okurunun konumunu hem de o
yazar ile çeviri dili okurunun konumunu kavrayabilmek, bu iki konum
arasındaki uçurumu tanılayarak köprüleyebilmek görevini
yüklenir."
"Her yazın metni,
belli bir kültür toplumunun evriminde, belli bir aşamada ortaya
çıkmış bir olgudur."
"Bu evrim çizgisinin
ileri bir aşamasında, kaynak dil okurları bile, bir metni değişik
anlam doğrultularında alımlayabilirler."
"Çevirmen, dil ile
kültürün zaman içindeki değişimini de göz önünde tutarak,
ilkin kaynak dil okuru gibi alımlamaya çalışır metni, ama çeviri
dilinde yeniden söylemeye başladığı an, kaynak dilden çok
çeviri dilindeki alımlama koşullarıyla sınırlı tutar kendini."
Çevirmeni, Reiss'ın 1977
tarihli çalışmasında dile getirdiği "metnin yazarınkiyle
hiç de özdeş olmayabilecek, kendine özgü kişilik yapısı,
yaratıcılığı, bilgisi, yetenekleri, eğilimleri, görüşleri
ile bir ileticidir ancak. Metin yazarından gelen iletiyi, kendi
yetileri ile durumu ölçüsünde algılayan, alımlayan, yorumlayan
bir bireydir" sözleriyle tanımlıyor.
"Bütün bu
özelliklerinden dolayı yazın çevirisi olsa olsa, yazar-kaynak dil
okuru-çevirmen-çeviri dili okuru ilişkileriyle, değişik
etkenlerin belirlediği kendine özgü iletişim konumu yönünden
ayrı bir yazın türü sayılabilir. Çevirmen ise, özgün metnin
karmaşıklık derecesini, dil kullanım bireyselliğini, yaratıcı
yönelimini ayırt etmek yükümlülüğündedir." (23)
V. KURAMSAL BELİRLEYİMLER
Akşit Göktürk yazınsal
çeviriyle ilgili çözümlemelerin iki sorun çevresinde
yoğunlaştığını belirtiyor, birinci sorunu yazınsal çeviri
ediminin bir süreç olarak irdelenmesi, ikincisini çeviri yapıtın
özelliklerinin belirlenmesi olarak tanımlıyor, 1978 tarihli
çalışmalarına atıfta bulunarak James S. Holmes'un 1950'lerden
beri süregelen çeviri araştırmasını "üstünkörü"
ve "yüzeysel" olarak niteleyerek bu araştırmanın
sonuçlarının yazın metinlerine uygulanamazlığına değindiğini,
yazın metninin ilettiği üç türlü bilgiyi tanımladığını
söylüyor:
1. Metindeki dilbilimsel
yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.
2. Metindeki yazınsal
yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.
3. Metindeki kültürel
yapının haritasından izlenmeyi gerektirenler.
Holmes ve Lefevre'in
çalışmasında, Julie Kristeva'nın göstergebilim kuramından
etkilenilerek, yazın metninin yoğruluşundaki bu üç türlü
bilgiden kaynaklanan üç temel özelliğin, çeviri sürecinin ya da
ürünlerinin incelenmesinde çıkış noktası yapılması
önerisinin getirildiği belirtiliyor, bu özellikler adlandırılıyor:
1. Metinsellik
(dilbilimsel öğelerin eklemlenişiyle bir metin oluşturulması)
2. Bağlamlılık (metnin
belli bir toplumsal kültürel ortamda varlık kazanmış olması)
3. Metinlerarası
etkileşim (metnin dil içindeki metinlerin tümüyle uzaktan ya da
yakından ilişkili olması)
Her özgün yazınsal
yapıtın, bir dile, kültüre , tarihsel ortama, yazın geleneğine
bağlı olarak bu özellikleri gösterdiği, bir çeviri yapıtın da
çeviri dilinin bütün bir dil-yazın dizgesi içinde aynı
özellikleri sürdürmek zorunda olduğu belirtiliyor. İlkeler
arayışından ve yazın çevirisinin çok yönlü ilişkileri
nedeniyle bu tür çeviriye yön verecek ilkeler koymanın
güçlüğünden söz ediliyor. (24)
Savory'nin 1968 tarihli
çalışmasında karşıt seçenek çiftleri olarak sıraladığı
genelleyici,
bulanık, birbiriyle bağdaşmaz ilkeler (çeviride özgün yapıtın sözcüklerinin ya da düşüncelerinin verilmesi, çevirinin özgün yapıt ya da çeviri gibi okunması, özgün yapıtın ya da çevirmenin biçemini yansıtması, özgün yapıtın ya da çevirmenin çağdaşı bir yapıt gibi okunabilmesi, çevirmenin yapıtta eklemeler ve çıkarmalar yapabilmesi ya da yapamaması, koşuğun çevirisinin düzyazıyla ya da koşukla yapılması) listeleniyor, ancak kesin birer soyutlama oldukları için çevirmene uygulama yönünde pek çözüm sunmadıkları belirtiliyor. Toury'nin 1980 tarihli çalışmasında adlandırılan öncül ve işlemsel ilkelerin kesin yasalar olmadığı vurgulanıyor. (25)
bulanık, birbiriyle bağdaşmaz ilkeler (çeviride özgün yapıtın sözcüklerinin ya da düşüncelerinin verilmesi, çevirinin özgün yapıt ya da çeviri gibi okunması, özgün yapıtın ya da çevirmenin biçemini yansıtması, özgün yapıtın ya da çevirmenin çağdaşı bir yapıt gibi okunabilmesi, çevirmenin yapıtta eklemeler ve çıkarmalar yapabilmesi ya da yapamaması, koşuğun çevirisinin düzyazıyla ya da koşukla yapılması) listeleniyor, ancak kesin birer soyutlama oldukları için çevirmene uygulama yönünde pek çözüm sunmadıkları belirtiliyor. Toury'nin 1980 tarihli çalışmasında adlandırılan öncül ve işlemsel ilkelerin kesin yasalar olmadığı vurgulanıyor. (25)
Yazın tarihi içinde
çeviri bölümünde örnekler yer alıyor. Öncül ilkeler
çevirilerin özgün dilden yapılması, gündelik konulara, bilim ve
sanata ilişkin olması olarak örnekleniyor. Bir dilden ötekine
doğrudan çevirinin bu dilleri konuşan toplumlar arasında bir
kültürel yakınlığın bulunduğu durumlarda daha kolay
gerçekleştiği, Yunanca'dan Latince'ye, Arapça'dan Farsça'ya,
Çince'den Japonca'ya, Hintçe'den Çince'ye ilk çevirilerin bu
nitelikte olduğu belirtiliyor. Kültür birliğinin olmadığı
durumlar için ikinci bir dilin aracılığının hoşgörüldüğü,
Abbasiler'in döneminde, dokuzuncu yüzyılda felsefe ve bilim
alanındaki Yunanca kaynaklardan önemli bir bölümünün Arapça'ya
Süryanice, devlet yönetimi ve saray töresi gibi konuların Farsça,
matematik konularının Hintçe üzerinden çevrilmesiyle
örnekleniyor. On dokuzuncu yüzyılın dilsel kültürel bağlamında
yapılan batılı roman çevirilerinin roman geleneğini başlattığı,
Ahmet Mithat Efendi ve Şemsettin Sami gibi ilk çevirmenlerin
kendilerinin de roman yazmaya başladığı vurugulanıyor.
Prochazka'nın 1964 tarihli çalışmasından söz edilerek ilkçağ
Yunan kültürü dışında bütün yeni kültür evrelerinin
çeviriyle başladığının ileri sürülmüş bir görüş olduğu
belirtiliyor.
"İlkçağ Latin
yazını, Yunanca'nın etkisini sürdürür. Luther'in Kutsal Kitap
çevirisi, ölçüt Almanca'nın gelişimine önemli bir katkıdır."
"Yedinci yüzyılda,
Tang döneminde Hintçe'den Çince'ye çevrilen Budist metinlerin
etkisi, Çin dili ile düşüncesindeki etkilerini bugün de
sürdürmektedirler."
"Abbasiler'in
dokuzuncu yüzyılda Yunanca'dan çevirileri, İslam kültürüne
bilim ve düşünce alanında yeni bir güç katar."
"On dördüncü, on
beşinci yüzyıllarda İtalya'da, özellikle Fransa kentinde, eski
Yunan Latin yapıtlarının İtalyanca'ya birbiri ardından
çevrilmesi, özgür yeniçağ insanının doğuşunu hazırlamıştır."
"İngiltere'de
Kraliçe 1. Elizabeth (1558-1603) döneminde hem eski Yunanca ile
Latince'den, hem de Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Flamanca,
Rusça gibi yaşayan Avrupa dillerinden yapılan çevirilerle İngiliz
düşüncesi ile yaratıcılığı bilim, sanat, eğitim alanlarında
büyük bir atılımı gerçekleiştirmiştir."
"Türkiye'de Milli
Eğitim Bakanlığı'nın 1940'larda yayımladığı dünya
yazınından çeviriler dizisi, düşünce ve yazın alanında bir
yeniden doğuşu hazırlar."
"Kloepher, Levy,
Holmes gibi araştırmacıların tutumunu da anımsarsak, bugün
geliştirilecek bir yazın çevirisi kuramının yalnız dilbilim
sınırları içinde kalamayacağı, yazın tarihi, biçembilim,
göstergebilim, metin dilbilimi, metin eleştirisi, yazın
eleştirisi, çeviri eleştirisi, dil felsefesi, yorumbilgisi gibi
alanlarla da ilişki kurmak zorunda olduğu ortaya çıkar."
"Yazın çevirisi
araştırması, bütün bu alanların yöntemleriyle verilerinden
yerine göre yararlanmayı amaçlarken, çeviri yapıtları da
dilbilimsel oluşum, toplumsal, tarihsel, kültürel bağlam, amaç
dil yazın geleneği içindeki metin ilişkileri açısından ele
almak Gerek kaynak dil gerekse çeviri dili içinde ele almak
zorundadır. Gerek kaynak dil gerekse çeviri dili içinde bütün bu
karmaşık, metin ötesi etkenler, yazın çevirisinin yalız dilsel
yapıyla ya da belli bir tek dilsel işlevle açıklanamaz niteliğini
göstermeye yeter."
"İki ayrı dildeki
yazma uğraşıyla okuma uğraşının bütün karmaşık sorunlarını
bir yumak gibi içerir çeviri süreci." (26)
"Her yazın yapıtının
sunduğu metinsel dünya, toplumca benimsenmiş gerçek deneyler
dünyası örneği karşısında, yeni bir seçenek olarak yer alır."
Bu seçeneğin gerçeğe
benzerliği, karşıtlığı ya da aykırılığıyla gerçek
dünyanın okur algısındaki örgütlenişine yeni bakış açıları,
yeni içgörüler getirmeyi amaçladığını belirten Göktürk
yazın çevirisinin işlevini ve evrelerini Beaugrande'ın 1980
tarihli bir çalışmasına dayanarak belirtiyor:
1. Metinde sunulan
dünyanın çevirmen-okur kafasında somutlanarak bir tasarıma
dönüştürülmesi.
2. Alışılmış olmayan
anlamda kullanımların, çeviri dilinde eşdeğer öğelere
yüklenebilmesi.
3. Metin dışı bağlam
(İng. context) ile metin dışı bağlam (İng. cotext) içerdiği
bilgilerin toplanarak, bu bilgilerin, yorumlanması sorun olan
noktalara yöneltilmesi.
4. Bütün bu süreçlerde
kafada oluşan tasarımın, çeviri dilinde karşılığının
araştırılması.
5. Özgün metnin hem
oluşmaktaki çeviri, hem de çevirmenin kafasındaki çoğul düzeyli
tasarım ile yanyana getirilerek örtüştürülmesi.
Çeviri sürecinin
çevirmenin kafasında, Jakobson'un 1966 tarihli çalışmasında
adlandırdığı "diller arası", "dil içi" ve
"göstergeler arası" çeviri
etkinliklerinin üçünü birden yanyana içerdiğini ileri sürüyor, yerine göre genel çeviri ilkelerinden özveride bulunulabileceğini söylüyor:
etkinliklerinin üçünü birden yanyana içerdiğini ileri sürüyor, yerine göre genel çeviri ilkelerinden özveride bulunulabileceğini söylüyor:
"Çevirmen, yapacağı
çevirinin okur doğrultulu ya da kaynak metin doğrultulu olacağına
bile, yazın metninin güdüm kurgusu gereklerince, değişik
yerlerde bir ya da öteki yönde karar verebilir."
Lefevre'in 1981 tarihli
çalışmasına dayanarak gerçek yazın kuramı ile çeviri
kuramının, ancak yazın uluslararası bir etkinlik olarak
görülüyorsa gelişebileceğini vurguluyor. (27)
VI. EŞDEĞERLİLİK-YETERLİLİK
Akşit Göktürk, yazın
yapıtının sunduğu dünyanın dilsel bir düzenleme ile çeviri
diline aktarılması sürecinde sözü çok edilen "eşdeğerlilik"
ve "yeterlilik" kavramlarının kullanımında, özgün
metin ile çeviri metnin değişik öğeleri arasında karşılıklı
bir ilişkiyi göstermeleri dışında, büyük bir belirsizlik
olduğunu vurguluyor.
Güttinger'in 1963 tarihli
çalışmasına dayanarak "eşdeğerliliğin en ilginç
tanımlarından" birini "özgün metnin, kendi dilinin
okurunda uyandırdığı etkinin, çeviri metnin de çeviri dili
okurunda uyandırabilmesi" olarak aktarıyor, özellikle
deyimlerin çevirisinde eşdeğerliliğin gözetilmesi gerektiğini
vurguluyor, örnek veriyor:
Özgün metin: "To
jump out of the frying pan into the fire."
Salt anlam çevirisi:
"Kızartma tavasından ateşe atlamak."
Etkinin çevirisi:
"Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak."
Özgün metin: "To
kill two birds with one stone."
Çeviri: "Bir taşla
iki kuş vurmak." (28)
Koller'in 1972 tarihli
çalışmasındaki tanımlamayla aynı etkiyi uyandırmak ya da
"benzer etki sağlamak" gibi amaçların yazın metinleri
çevirilerinde her zaman işe yaramayacağını belirtiyor. Konuyu,
alıcı doğrultulu iletişimsel çeviri yönteminin gerektirdiği
devingen eşdeğerlik (dynamic equivalence) kavramıyla değerlendiren
Eugene A. Nida'nın 1976 ve 1964 tarihli çalışmalarından alıntı
yapıyor:
"Değişik öğrenim
düzeyleri, değişik meslekler, ilgiler, insanların bir iletiyi
anlayabilme yetisini önemli ölçüde etkiler. Dolayısıyla bir
metnin üniversite öğrencileri, ilkokul bitirmişler, yeni okumaya
başlamış yetişkinler, yabancı dilde okuyan okul çocukları,
geri zekalılar gibi değişik okur toplulukları için birbirinden
apayrı nitelikte çevirilerinin yapılması gerekebilir. Son
zamanlarda Kutsal Kitap dernekleri, böyle değişik alıcı türleri
için, Kutsal Kitap'ın değişik çevirilerini yapmaktadırlar."
"Devingen
eşdeğerlilikle yapılan çeviri, anlatımda bütün bir doğallığı
amaçlar, alıcıya kendi kültürü bağlamına uygun davranış
kipleriyle seslenmeyi dener; alıcının, iletiyi kavrayabilmek için
kaynak dil kültürünün örgüsünü bilmesi gerektiği görüşünde
diretmez." (29)
Eşdeğerlilik kavramının
incelenişinde biçim ya da içerik yönünden bir eşdeğerliliğin
vurgulanabildiğini, Anton Popovic biçemsel eşdeğerlikten söz
ederken Otto Kade'nin içerik düzeyinde değişmeyenin yakalanıp
aktarılmasıyla eşdeğerliğin sağlanabileceğini ileri sürdüğünü
belirtip konuyu değerlendiriyor:
"Bununla birlikte,
özellikle yazın metinlerinde biçem ile içeriğin nasıl
birbirinden ayrılmaz, birbirini bütünler nitelikte olduğu, ortak
bir yapı oluşturduğu düşünülürse, eşdeğerlilik konusunda
böyle tanımların yetersizliği de ortaya çıkar. Üstelik biçem,
metni oluşturan sayısız öğeden ancak biridir. İçerik ise, her
zaman bir dilsel bağlamda, bir iletişim konumunda, bir tarihsel
noktada bir içeriktir, bunlardan ayrı tek başına düşünülemez.
Dolayısıyla, yazın çevirisinde eşdeğerlilik, dilbilimsel çeviri
kuramcılarının ileri sürdükleri gibi belli bir konumda iki dilin
öğelerinin birbirinin yerine geçebilmesi diye tanımlanamaz."
"Yazın çevirisi,
hep ayrı bir iletişim konumunda gerçekleşir. Yazın çevirmeni
işe giriştiği zaman, yazarın sözünü söylediği belli konum,
hem zaman, hem yer, hem de toplumsal kültürel koşullar bakımından
çoktan değişikliğe uğramıştır."
Katharina Reiss ile Hans
J. Wermeer'in kavramın kökenini bilmenin, konuya bir bütünlük,
bir açıklık getireceği inancıyla "Eşedeğerlilik kavramı
nereden geliyor?"
sorusuyla işe başladığından, teknik bilgi alanından elektrikle ilgili bir tanımı eşdeğerlilik kavramının kökeni konusundaki araştırmalarına çıkış noktası yapmayı yeğlediklerinden söz ediyor:
sorusuyla işe başladığından, teknik bilgi alanından elektrikle ilgili bir tanımı eşdeğerlilik kavramının kökeni konusundaki araştırmalarına çıkış noktası yapmayı yeğlediklerinden söz ediyor:
"İki dalgalı
akımın, değişik yapılı ayrı devreler oluşturmakla birlikte,
her frekansta aynı elektrik etkisini taşımaları, bunu açığa
vurmaları eşdeğerlilik diye adlandırılır."
"Bir teknik uzmanlık
alanından aktarılma bu tanım, çeviri alanına uygulandığı
zaman, 'değişik yapılı devreler' kaynak dil ile çeviri dilini,
bunlardaki tarihsel kültürel koşulları (metin ana-türü, metin
geleneği, tek tek metinlerin özelliği, dilkullanım alışkanlıkları
karşılar. 'Aynı elektrik etkisi' ise, özgün metin ile çeviri
metinde benzer olması amaçlanan iletişimsel-işlevsel etki gücü
sayılır bir bakıma. Tanımdaki 'devre' terimi de çevirideki
bütünlük, dönüşümlülük, çembersellik etkisini
çağrıştırmasıyla, çeviri sürecinin açıklanmasına, ayrımsal
dilbilim (İng. contrastive linguistics) yönteminin
karşıtlamalarından daha uygun düşer."
Akşit Göktürk, çeviri
eşdeğerliliğini kendi aralarında ilişkili olabilecek beş temel
düzeyde ele alan Werner Koller'in bölümlemesini aktarıyor:
1. Düzanlamsal
eşdeğerlilik.
2. Yananlamsal
eşdeğerlilik.
3. Metin türü
gelenekleriyle ilgili eşdeğerlilik.
4. Dil-kullanımsal
eşdeğerlilik.
5. Biçimsel eşdeğerlilik.
(30)
Çeviri eşdeğerliliğiyle
ilgili düşüncelerini yeterlilik kavramı üzerinde
temellendiriyor. Düzanlamsal eşdeğerliliğin metnin nesnel
konusuyla, metin dışı göndergesel anlamıyla ilgi olduğunu
belirtiyor. Sözcük, dizim, tümce, bütün yönünden özgün bir
dilsel yapı gösteren metinler için geçerli olan yananlamsal
eşdeğerliliği, dilin toplum sınıflarıyla, yöresel ağız
özellikleriyle, metindeki sözcüklerin doğal dildeki kullanım
sıklığı etkileriyle ilişkisi içinde inceliyor. Bir romanın,
oyunun, şiirin örgüsünde dilin yer yer gündelik, bilgiççe,
yapmacıklı, argo, kaba kullanımlarla işlev yüklendiğini, kimi
durumlardaysa bir topluluk dilinin bütün özellikleriyle
belirebildiğini söylüyor. Yananlamların gözden kaçırılmasının
çevirmen için bir tuzak olabileceğini vurguluyor. Hamlet ve Alice
Harikalar Ülkesinde çevirilerinden örnekler veriyor.
Dil-kullanımsal eşdeğerlilik kavramını Meksika yaylalarındaki
kızılderililer için yapılmış Kutsal Kitap çevirileri örneğiyle
açıklıyor.
Biçimsel eşdeğerlilik
için yalnızca iletişimsel içeriğin değil, biçem özelliklerinin
ve özgün anlatımın da çeviride benzer bir estetik etki sağlamak
için aktarılması gerektiğini vurguluyor. Proust, Joyce ve
Virginia Woolf gibi yazarların romanlarında kullanılan bilinç
akışı yöntemini çağdaş insan bilincinin ayrıksı, yalnız,
kendine dönük öznelliğini anlatabilmenin bir yolu olarak
nitelendiriyor. Woolf'tan verdiği örneğin çevirisinde biçimsel
bir eşdeğerlilikten söz etmenin güç olduğunu belirtiyor.
Eşdeğerliliği karşılıklı metin çiftlerinin hem tek tek dilsel
göstergeleri, hem de iki metnin bütünü arasındaki ilişki olarak
tanımlıyor. Gerçekte metinsel bie eşdeğerliliğin metnin somut
dilsel varlığını aşarak kültürel bir eşdeğerlilik anlamı
almaya başladığını söylüyor:
"Yazın çevirisinin
çetin yönü, kurulacak eşdeğerliliklerde çevirmenin, hem kaynak
dil hem de amaç dil kültürünün evrimini tanıyarak, bu bilinçle
davranmasıdır."
"Gerçekte çevirmen,
bir şiirin, öykünün, romanın, oyunun neresinde hangi tür
eşdeğerliliğin uygun düşeceğini doğru kararlaştırabilmelidir."
Akşit Göktürk, nesnel
bilgi içerikli metinleri değerlendirmek için kullanılabilen
yeterlilik kavramının sanat metinlerinin çevirisinde sağlıklı
bir ölçüt olamayacağını vurguluyor:
"Özgün metnin
aktarılışında anlam, sözdizimi, dil kullanımı açısından
göstergelerin:
a) Metindeki bilginin
amacına göre
b) Okur topluluğunun
düzeyine göre
seçilmesi, yeterli
çevirilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir."
"Öte yandani
büyükler için yazılmış bir kocaman romanın, Kutsal Kitap'ın,
İlyada'nın, Don Quijote'nin ya da bir Shakespeare oyununun
çocuklara özetlenerek çevrilmesi de, eşdeğerliliğin değil,
olsa olsa yeterliliğin söz konusu olduğu bir durumdur. Bunlarda da
içeriğin yeterli bir biçimde aktarımı, sanatsal etkinin karmaşık
eşdeğerli işlevlerle aktarımından daha ağır basar."
Göktürk, yeterliliğin yeni yapıtların özet çevirilerinden tanınmak istenmesi durumunda ölçüt olabileceğini belirtiyor. Ancak bazı sanat yapıtları için bunun geçerli olamayacağını vurguluyor:
"James Joyce'un,
Samuel Beckett'in, Günther Grass'ın, J.L. Borges'in yapıtları
türünden metinlerini bu amaçla bile bir özet çeviriye elverişli
olamayacağı, hele içeriksel çevirilerinin hiç yapılamayacağı
apaçıktır."
"Ara sıra, bir
roman, şiir ya da oyun çevirisinin, özgününden bile daha iyi
anlaşıldığı söylenerek, sözde övüldüğüne tanık oluruz.
Oysa böyle bir değerlendirme, yazın çevirisinin sağlığı
açısından bütünüyle çarpıktır."
"Kötü çevirmenin,
bir yazın yapıtını çevirirken, anlam yönünde yapacağı olur
olmaz açımlamalar, özgün dilde istediğini güç anlatan kötü
yazara bir yardım olur belki, ama ne o yazarı kurtarır, ne de o
çevirmeni yüceltir."
"Hiçbir gerçek
sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya
sermez." (31)
Çıplaklığı konu alan
sanat yapıtlarına bazı kişilerin tepki göstermesinin nedeni bu
zavallıların yaşamı insanı doğayı ve evreni kavrayamamaları,
tenden ötesini görememeleri olabilir mi?
VII. ÇEVİRİ ELEŞTİRİSİ
Akşit Göktürk çeviri
eleştirisini "yöntemleri ile ölçütleri tanımlanmamış,
baştan sona belirsizliklerle dolu bir alan" olarak niteliyor.
Yazın çevirisinin eleştirisinde belirsizliğin arttığını, işin
"rahat okunur", "özgün yapıta bağlı",
"yazarın sesini aktaran", "özgününden daha güzel",
"akıcı" türünden yargılarla geçiştirildiğini
ekliyor. Bu durumun temel nedenini yazın araştırmasının çeviri
eleştirisini kendi ilgi alanında görmesi olarak açıklıyor.
Çeviri incelemesiyle ilgili ipuçları veriyor, kuram ve yöntem
çabalarını aktarıyor:
"Gerçekte sözlük
anlamlarından yola çıkarak, bir çeviriyi kötülemekten daha
kolay bir şey yoktur."
Göktürk, "en saygın
geçinen yayınevlerinin bile bir çeviriyi ucuza kapatmak için,
salt pazarlık uğruna, çevirmeni yaratıcılığı olmayan sıradan
bir aktarıcı" gibi görme eğilimde olduklarını, yapıcı
bir çeviri eleştirisinin yokluğunun başarılı çeviri
çabalarının kıyıda bucakta kalmasına yol açtığını
söylüyor, yazın metninin çevirisinin değerlendirilmesiyle ilgili
ipuçları veriyor:
"Çeviri metinle
özgün metnin karşılaştırılması, çeviri incelemesinde önemli
bir yer tutarsa da, her böyle karşılaştırma eleştiri
sayılamaz."
"Özellikle yazın
yapıtlarının çevirisinde, çevirmen kişiliği, alımlama
koşulları, dilbilimsel etkenler, göz önünde tutulması gereken
yönlerdir."
"Yazın çevirisi,
içeriğin doğrudan doğruya aktarımıyla paylaşılamayacağından,
ister istemez yorumbilgisel bir süreç sonunda gerçekleşir.
Böylece her yazın metninin çevirisi, çevirmenin yorumuyla
bireysel biçeminden izler taşır."
"Kimi durumlarda
çeviri eleştirmenini güç bir görev bekler. 'Çeviri kavramının
sınırları çiğnenmiş midir?" sorusuna yanıt bulmaktır bu
görev.' Burada yapıtın iki dildeki alımlanma koşulları, çeviri
koşulları, çeviri okurunun beklentileri, en az kaynak dil ile
çeviri dil arasındaki eşdeğerlilik ilişkileri ölçüsünde önem
taşır."
"Özgün metin ile
çeviri metnin alımlama açısından yapılacak çözümlemesinde,
kaynak dilin yazın tarihine, geleneklerine, yapıtın ilk
yayımlanışında tanıtma yazılarında dile getirilen okur
tepkisine, çevirmenin içinde bulunduğu koşulları kavrayış
çevrenine göz atmak gerekir."
"Dilbilimsel bakış
açısı ise, iki dil arası ya da bütün dillerarası gücül
eşdeğerlilik ilişkilerini karşılaştırmalı olarak incelemek,
çeviri sürecindeki işlevlerini izlemek olanağını sağlar."
Wandruszka'nın 1969
tarihli çalışmasına dayandırarak ayrımsal dilbilim ile
dillerarası dilbilimin çeviri eleştirisine bu noktada yararlı
olduğunu vurgulayarak kuram yönünden yapılan çabalara değiniyor.
Popovic, Wills, Reiss ve Koller'i ilk elde anılabilecek
araştırmacılar olarak niteleyip yapıta temel yaklaşım yollarına
ve çeviri eleştirisine katkılarına yer veriyor. Wills'in "iki
dili karşılıklı ilişkileri, eşdeğerlilikleri, devingen
etkileşimleri ile tanımaya dayanan" bir yetenek olan
"aktarabilme yetisi" kavramına, Reiss'ın nesnel ölçüt
arayışına ve değer yargılarını somut kanıtlara dayandırma
arayışına değiniyor. Eleştirmenin yalnızca amaç dile bakarak
çevirinin son değerlendirilmesinde payı olacak ipuçları
çıkarabileceğini, çeviriye bir okur olarak yaklaşarak bazı
soruların yanıtını arayabileceğini belirtiyor:
"Amaç dil okuru
anlayabiliyor mu metni?"
"Ortalama okura mı,
özel bir okur kitlesine mi yönelik çeviri?"
"Amaç dilde metin
türünün belirleyicisi sayılan dilsel biçemsel özellikler
yansıtılabiliyor mu?"
"Çeviri, dilsel,
biçemsel, izleksel yenilikler açısından ne özellikler
gösteriyor? Amaç dilin yazın gelenekleri içinde, dilsel, biçemsel
yönden nerede yer alıyor?"
Eleştiri yöntemi üstüne
değerlendirmesinde çeviri eleştirisinde önemli olanın doğrudan
doğruya yapılacak yanlış doğru çözümlemeleri olmadığını,
benzer türde yanlışların çözümlenmesi gerektiğini vurguluyor.
Türkçe'nin kendine özgü yanlarının bazılarından söz ediyor.
Çeviri eleştirmeninin herhangi bir çeviri metnin bilimsel
eleştirisine daha çok kaynak metne yönelik bir metin
çözümlemesiyle başlaması ve bir dizi soru yöneltmesi
gerektiğini söylüyor:
a. Metnin dilsel işlevi
nedir?
b. Metnin içeriksel
özellikleri nelerdir?
c. Metnin dilsel biçemsel
özellikleri nelerdir?
ç. Metnin biçemsel
estetik özellikleri nelerdir?
Kaynak metni bu etkenler
açısından çözümleyen eleştirmenin ikinci adım olarak çeviri
metinle kaynak metnin bir karşılaştırmasını yapması
gerektiğini, tüm incelemelerden sonra eleştirmende çevirinin
başarı derecesi konusunda bir yargı oluşabileceğini belirtiyor.
"Çevirmen,
ilkelerini iyi koyarsa, yabancı bir dilin, kendi dilini güçlü bir
biçimde devindirmesine olanak sağlayabilir. Büyük çevirilerle,
büyük yazın dönemleri başlar böylece." (32)
....
"Her yazın yapıtı,
bireysel bir kafa ile düşgücünün, daha önceki örnekleri
yinelemeyen, bir özgün yaratısı olmak zorundadır."
"Alabildiğine özgür
bir yaratma değildir yazın çevirmenininki, özgün yapıtın
güdümünde, gerektiği yerde kendine sınırlar koyabilen bir
yaratmadır."
"Her çeviri, bir
bakıma, belli bir oranda da olsa, çevirmenin parmak izlerini taşır.
Ama bu izlerin en çok görüldüğü alan, yazın yapıtlarının
çevirisidir."
"Yazın çevirmenini
bekleyen bir güçlük, yazınsal bir metnin çevirisi sırasında,
zaman zaman bu metnin örgüsünde yer alan yazındışı metin
türleriyle de başetmek zorunda kalmasıdır."
"Yazın çevirmeni
kendi kişisel konumu içinde, dünya görüşü ile alımlama
yetileri apayrı yönde gelişmiş bir okur kitlesi için, başka bir
kültür ortamının, yazın geleneğinin, yaşama biçiminin diline
çevirir bir yapıtı."
T. S. Elliot'ın bir yazın
geleneğine yeni katılan yapıtlarla ilgili sözlerini, dildeki yeni
çeviri yapıtlar için de geçerliliğini koruduklarını belirterek
aktarıyor:
"Yeni bir yapıtın
yaratılmasıyla ortaya çıkan durum, aynı zamanda o yapıttan önce
gelen bütün sanat yapıtlarını da etkiler." (33)
Dillerin bir dili var mı?
Varsa çağlardan beri neden anlaşamıyor insanlar? Dünya üzerinde
ayrı ve asla buluşmayacak bir uzaklık nasıl çıkıyor ortaya?
Onca çeviri neden pek az katkı sağlıyor yakınlaştırmaya?
Dillerin dilini okuyup
anlaşmak bir yana, aynı dilin insanlarının bile korkunç
uçurumlarla bölünmesinin sorumlusu kim?
....
Kitabın sonsözünü
yazan Ahmet Cemal şöyle başlamış:
"Akşit Göktürk'ün
çeviri üzerine yazdığı bir kitabın yeni basımının
editörlüğünü üstlenmek gerçekleşmesini çok istediğim bir
düş olabilirdi; ama bu işi onun ölümünden sonra yapacağımı
sanırım hiç düşünemezdim."
Akşit Göktürk'le
ilişkisini anlatmış:
"Onun çevirilerini
sanırım lise yıllarımda okumaya başlamıştım. Şahsen
tanışmamız ise çok sonra oldu. O sıralarda -yanılmıyorsam
yetmişli yılların başı- istanbul'daki Avusturya Kültür
Ofisi'nde Yuvarlak Masa Toplantıları düzenlemeye karar vermiş,
ilk toplantının konusunu da çevirinin sorunları olarak
saptamıştık."
Akşit Göktürk, Cevat
Çapan, Tahsin Yücel, Yurdanur Salman ve Murat Belge'nin, hiçbiriyle
şahsen tanışmaksızın çevirinin sorunları toplantıları için
başvurduğu ilk adlar olduğundan, Türkiye'de üniversite düzeyinde
bir çeviri eğitiminin adının bile bulunmadığı bir dönemde bu
kişilerin toplantıya katıldığından söz etmiş. Seksenli
yılların başlarındaki 1. Çeviribilim Sempozyumu ise Almanya'dan
Wolfram Wills ve Avusturya'dan Mario Wandruszka'nın katılımıyla
uluslarası nitelikte yapılmış. 1940'lardaki Tercüme dergisinden
sonra 1980 yılında doğrudan çeviriyi konu alan ikinci dergi olan
Yazko Çeviri yayımlanmış. Aktürk yine gönüllü ve önde gelen
destekçiler arasındaymış.
Ahmet Cemal, çeviribilimin
dilbilimin bir kolu olarak dilbilim ilkeleriyle kuralları
doğrultusunda ele alınması görüşünün bugün de savunulduğunu
belirttikten sonra Göktürk'ün bilimsel yaklaşımı için şöyle
yazmış:
"Akşit Göktürk'ün
çeviriye bir bilim adamı olarak en büyük hizmetlerinden biri, bu
görüşün hiçbir esnekliğe gidilmeksizin ve bazı türsel
özellikler göz önünde tutulmaksızın yazın çevirisine de
uygulanmasının, biçem (üslup) açısımdan ne gibi yitimlere yol
açacağını ve yazın çevirisinin sanatsal yanına ne gibi
zararlar vereceğini kanıtlarıyla sergilemiş olmasıdır. Bu
konuya Çeviri: Dillerin Dili adlı eserinde büyük yer veren
Göktürk, böylece yazın çevirisinin sanatsal yanından
kaynaklanan yaratıcılık niteliğine bilimsel düzlemde getirilmek
istenen engellerin ortadan kaldırılmasına büyük katkıda
bulunmuştur." (34)
....
Kitapta verilen kaynak
listesinde Reiss'ın 1977 ile 1984, Wills'in 1974 ile 1983 yılları
arasında yayımlanmış beşer çalışması yer alıyor. (35)
Kavramların
açıklamalarını veren kısa bir sözlük de eklenmiş. Ayrımsal
ve dillerarası dilbilim, diliçi, dillerarası ve göstergelerarası
çeviri, metiniçi ve metindışı bağlam, metinlerarası etkileşim
ve metinsellik, düzanlam ve yananlam, biçemsel biçimsel devingen
dil-kullanımsal düzanlamsal göndergesel içeriksel işlevsel
yananlamsal eşdeğerlilikler gibi terimlerin kısa tanımları
Almanca, Fransızca ve İngilizce karşılıklarıyla birlikte
verilmiş. (36)
Arka kapakta Akşit
Göktürk'ün Türkiye'de çeviribilimin kurucularından olduğu,
Çeviri: Dillerin Dili kitabının çeviriyle ilgili konuları tüm
önemli boyutlarıyla irdelediği belirtiliyor.
Kapak fotoğrafı
Angela Göktürk olarak belirtilmiş.
....
Angela Göktürk.
"1986'da İstanbul'a
döndüğümde Akşit Göktürk'ün sevgili eşi, yüreği
güzelliklerle dolu bir kişiyi çıkardı Tanrı karşıma. Çok
sevgili hocam Angela Göktürk. Onun bölümünde okutman olarak işe
başladım, sonra Alman Dili ve Edebiyatı daha sonra Alman Dili
Eğitimi ve en sonunda da Çeviribilim Bölümü'nde görev yaptım.
Sayısız öğrenciyi yetiştirmeye ve ben şanslı olduğum için
öğrendiğim onca bilgiyi onlara öğretmeye çalıştım."
(37)
Angela Göktürk'ü böyle
anlatan Sakine Eruz'un özgeçmişinde şöyle deniyor:
"1986 yılında
Türkiye’ye döndü ve Prof. Dr. Akşit Göktürk’ün eşi Dr.
Pia Angela Göktürk’ün başkanlığını yaptığı İstanbul
Üniversitesi Yabancı Diller Okulu, Almanca Bölümü’nde okutman
olarak işe başladı. Bu bölümde eğitim için malzemeler
hazırladı. 1989 yılında Alman Dili Eğitimi’nde ikinci bir
yüksek lisans eğitimine başladı ve 1992 yılında tezini
üniversite öğrencilerine uzmanlık alanında yabancı dil edinci
kazandırma yöntemleri üzerine tamamladı." (38)
Listelenen kitapların
arasında Akşit Göktürk'ün kitabının 1978 baskısı da var.
"Çeviriyi Türkiye'de ilk kez özerk bir bilim dalı ve çeviri
eğitimini akademik bir eğitim olarak ele alan Türkiye'de
çeviribilime geçiş aşamasının klasik eserlerinden biri olarak
tanımlanıyor. (39)
....
Dillerin dilini konuşan
kişilerin çok arttığını, Akşit Göktürk'ün çabalarının
boşa gitmediğini söyleyebilir miyiz?
Dünyanın her yerinde
aynı insanlık dilinin konuşulabilmesi, herkesin birbirini anlaması
için sözlerimizi yepyeni biçimlere çevirmeli miyiz? Çevirebilir
miyiz?
1. Akşit Göktürk, Çeviri: Dillerin Dili, Yapı Kredi Yayınları, 2011.
2. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 47
3. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 47-48
4. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 9-11
5. John Keats,
http://tr.wikipedia.org/wiki/John_Keats
6. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 13-16
7. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 17-22
8. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 23-25
9. Çeviri: Dillerin Dili,
Sayfa 25-26
10. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 27-29
11. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 29-31
12. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 33
13. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 34-35
14. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 35-36
15. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 36
16. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 37
17. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 38
18. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 39-40
19. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 41
20. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 41-43
21. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 43
22. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 44-47
23. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 47-48
24. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 49-50
25. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 50-52
26. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 52-57
27. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 57-59
28. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 60-61
29. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 62-63
30. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 64-66
31. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 67-88
32. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 89-102
33. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 103-107
34. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 109-111
35. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 113-116
36. Çeviri: Dillerin
Dili, Sayfa 117-120
37. Sakine Eruz, Yaşam
Öyküsü,
http://www.sakine-eruz.com/yasam-oykum-sakine-eruz-esen/index.php
38. Sakine Eruz,
http://edebiyat.istanbul.edu.tr/almancaceviri/?p=6425
39.
http://www.sakine-eruz.com/ceviribilimsel-kaynaklar-sakine-eruz-esen/kitaplar-sakine-eruz-esen/index.php